Neler yeni
  • ☼ FLaTCaST ELELE'YE FACEBOOK , RESMİM.NET , HIZLIRESİM.COM , TİNYPİC.COM , PİC-UPLOAD.DE , DİRECTUPLOAD.NET aracılığı ile resim, gif vb. görseller kesinlikle eklenmemesi önemle rica olunur. Eklendiği an görevli arkadaşlar tarafından silinecektir!!! ☼

BİLGİ Ağit ve tarihi anlatimi

By.muzo

Bay Tasarımcı
Katılım
5 Nis 2020
Mesajlar
260
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Tarihin herhangi bir döneminde yaşanmış olaylar hem iyi, hem de kötü yönleriyle bu olayları yaşayan toplumun veya milletin kültür ürünleri içinde yansıtılır.

Bunlarda hem tarihte yaşanmış olaylar yer alırken hem de bireysel üzüntü ve sıkıntılar da dile getirilmiştir.

ağıt ve ağıt söyleme geleneğinin kültürel derinliği ile coğrafi boyutları hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum. İnsanlar, başta ölüm olmak üzere çeşitli sebeplerle sevdiklerinden ayrılmak durumunda kalırlar. Kişilerin hastalanması, kızın gelin olması, delikanlının askere gitmesi, vatan toprağının kaybedilmesi, sevgilinin gidip de geri dönmemesi, sel baskını, zelzele, yangın, salgın hastalık gibi büyük felaketlerin meydana gelmesi, sevilen hayvanların kaybı ve ölümü üzerine söylenen ezgili şiirler ağıt türünden eserlerdir.

Bütün bunlardan hareketle ağıt; İnsanoğlunun ölüm karşısında veya canlı – cansız bir varlığını kaybetme, korku, telaş ve heyecan anındaki üzüntülerini, feryatlarını, talihsizliklerini, düzenli – düzensiz söz ve ezgilerle ifade eden türküler olarak tarif edilmiştir. (Elçin 1990: 1).

Başka bir ifadeyle ağıtları şöyle tanımlamak mümkündür: “Yüreğin titreyişi sonucu söylenilen ve milli şiirlerimizin en dokunaklısı olarak adlandırdığımız ağıtlar, ölenin ardından dökülen gözyaşları ve çekilen gönül ıstırabının acı dolu terennümleridir.”
(Yaldızkaya 1992:11).

Türk kültüründe oldukça köklü bir maziye sahip olan ağıt ve ağıt söyleme veya ağıtçılık geleneği, çeşitli Türk boyları tarafından günümüze kadar yaşatılan ortak en eski geleneklerden birisidir.


Orhun Âbideleri’nde “Sıgıt” ve “Sıgıtçı” olarak gördüğümüz ağıt ve ağıt söyleme geleneği, Türk boylarındaki dil ve gelenek farklılaşması ile geniş bir coğrafyaya dağılma sebebiyle çeşitli kelimelerle adlandırılmıştır. Bazı Türk boylarında, bugün, ağıt ve ağıt söyleme geleneğiyle ilgili şu kelimelere rastlamaktayız.

Çin Halk Cumhuruyeti’ ne bağlı Doğu Türkistan’ da yaşayan Uygurlar ağıt türü şiirlere “Mersiye koşukları”, Kuzey Kafkasya’ da yaşayan Kıpçak lehçesiyle konuşan Karaçay – Malkar Türkleri; “Küv”, Kerkük Türkleri; “Sazlamağ”, Kırım Tatarları; “Taqmaq” adını vermektedirler.
Ağıt kelimesinin Almanca’da karşılığı “totenlage”, Fransızca’da “élégie”, Rusça’da “plaç, priçitaniya”, İngilizce’de “lament” kelimeleridir.


Geçmişi anlamak için tarihi bilmek yeterli olmayabilir

Halkın duyduğu üzüntü, keder ve sıkıntıları en iyi şekilde yansıtan halk yaratmaları içinde belki de en önemlisi ağıtlardır. Çünkü, yaşanan olaylar tüm gerçekliğiyle ağıtlarda gözler önüne serilir. Bildirimizde sözlerini vereceğimiz ağıtlar; tarafımızdan derlenen ve bir bölümü “Türkmen Ağıtları” adlı eserimizde, bir bölümü de “Erciyes Dergisi”nde yayınlanan ağıtlardır.
Türkiye Türklerini en fazla etkileyen ve hemen her aileden bir veya birkaç bireyin kaybedildiği önemli tarihi olaylardan biri de Türk Kurtuluş Savaşı’dır. Bu savaşta kaybedilen yüz binlerce Türk evladı için pek çok ağıt yakılmıştır. Bu durumu, Kurtuluş Savaşı’nda şehit olan Bayat’tan Ali Osman’a bacısı Şerife Aydın’ın yaktığı ağıtta açıkça görmekteyiz.

Şafak söktü tan yerleri atıyor,
Tren gelmiş acı acı ötüyor,
Kardeşim şehit olmuş yerde yatıyor,
Ak elleri kızıl kana batıyor.
Ağıdın devam eden aşağıdaki mısraları, kardeşinin şehit olmasıyla kendisinin kimsesiz ve yalnız kaldığını düşünen ağıtçı kadının sözleri “feleğe sitem” ile doludur.İlkbaharda her çiçekler bezeri,
Sonbaharda döker yaprak gazeli,
Kardeşim şehit olmuş nerde mezarı?
Felek beni taşa çaldı neyleyim.
Felek sille vurdu ben oldum sersem,
İyi olmaz dediler her kime sorsam,
Varsamda hekime muayene olsam,
İyi olmadık derdi hekim neylesin.
Ben gurbeti geze geze yoruldum,
Evvel altın idi şimdi pul oldum,
Değer bilmez kötülere kul oldum,
Felek beni taşa çaldı neyleyim.
Kanatlarım yoktur çırpınıp uçmaya,
Dizlerim tutmuyor karlı dağlar aşmaya,
Ellerim ermedi helallaşmaya,
Felek beni taşa çaldı neyleyim.

( Yaldızkaya1992: 36)

Çanakkale Savaşı
’nda; birçok eli kalem tutan, okur-yazar Türk genci şehit olmuş, niceleri sakat kalmıştır. Ağabeyi Çanakkale Savaşı’nda şehit olan bir kız tarafından yakılan aşağıdaki ağıt bunu ne güzel ifâde etmektedir:

Çanakkale derler yeşil gavaklı,
Mollaların mürekkebi boyaklı,
Neçe gulların var ağaç ayaklı,
Ağaç ayağınan gelsen n’olurdu.
Çanakkale derler yeşil söğütlü,
Neçe molla getti eli divitli,
Bi mektup atayım üstü tahütlü,
Mektubum ordunu bulur m’ola.
Ağılıdır Çanakkale goyağı,
Babamoğlu dizlerimin dayağı,
İrengide bana benzer bayağı,
Gurbanlar olurum babamoğluna.
Edem gözelidi gıyıdan getmiş,
Sürek öküz gibi boynunu bükmüş,
Şu gevur dinsizi denklemiş atmış,
Acep babamoğlun yudular m’ola.
Yumadan gabire godular m’ola.
(Yaldızkaya 1992: 39)

Derlediğim bir başka Çanakkale ağıdı da, Suvermez köyünden Devecioğulları sülâlesinden, Macar Lâkaplı Salih’in Çanakkale’de şehit olmasıyla, annesi tarafından yakılan ağıttır. Ağıtta, yoğunlukla şehidin geride bıraktığı eşi ve çocuğunun ne olacağı endişesi vurgulanmaktadır:

Hucûm demiş Alamanın zabiti,
Yavrumun kefeni asker kabutu,
Salına girmeye yoktur tabutu,
Yoksa yavrum seni vurdular m’ola,
Kefensiz gabire goydular m’ola.
Topun dumanı da ağmış havaya,
Gözlerim yavrumu dönmez sılaya,
Goltuğuna girmiş çifte sıhhıya,
Yoksa yavrum seni vurdular m’ola,
Kefensiz gabire goydular m’ola.
Çanakkale nerde, Suvermez nerde?
Her ana dayanmaz bu zalim derde,
Ahmed’in babasız eğlenmez evde,
Yoksa yavrum seni vurdular m’ola,
Kefensiz gabire goydular m’ola
Derinimiş Çanakkale deresi,
Goygunumuş şehidimin yarası,
Acıya dayanamaz garip garısı,
Yoksa yavrum seni vurdular m’ola,
Kefensiz gabire goydular m’ola.
Senin yavrum beşik ile belede,
Yâdigarın galdı yavrum geride,
Bir gelin eğlenmez ıssız bir evde,
Yoksa yavrum seni vurdular m’ola,
Kefensiz gabire goydular m’ola.


Bir günüm doğarda bir günüm batmaz,
Şu ıssız evlerde bir gelin yatmaz,
Oğlumun yerini kimseler tutmaz,
Yoksa yavrum seni vurdular m’ola,
Kefensiz gabire goydular m’ola.
(Yaldızkaya 1992: 37)
 
Geri
Üst Alt