PRoFeSSioNaL
Kurucu Başkan
- Katılım
- 14 Ağu 2013
- Mesajlar
- 2,855
- Tepkime puanı
- 396
- Puanları
- 83
- Yaş
- 45
- Web sitesi
- www.flatcastelele.com
[h=2]Hz. Ebûbekir (r.a.) kimdir? Peygamber (s.a.s.) Efendimizin en yakın dostu, Altın Silsilenin ilk halkası, cennete ilk girecek kişi, ikinin ikincisi, ilk Halife; Hz. Ebubekirin (r.a.) hayatı.
[/h]Hz. Ebûbekirin radıyallahu anh soyu, doğumu, Müslüman oluşu, hicreti, şahsiyet ve karakteri, firaseti, ibadet hayatı, infakı, merhameti, halifeliği, vefatı, hikmetli sözleri...
[h=2]HZ. EBUBEKİRİN HAYATI[/h] Hz. Ebûbekir radıyallahu anh, 573 senesinde Mekkede dünyaya teşrif etti. Hz. Ebûbekirin radıyallahu anh ismi Abdullahtır. Tertemiz nesebi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin altıncı batındaki dedesi Mürre bin Kâb ile birleşir. Efendimizden iki yaş küçüktür.
İslâmdan önceki 38 yıllık hayatında dahî içki kullanmamış, putlara tapmamış, dâimâ nezih ve örnek bir şahsiyet sergilemiştir. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, peygamberliğini îlân ettiğinde, hemen îmân etmiştir.
[h=3]Peygamberimizin En Sevgili Dostu[/h] Hz. Ebûbekir radıyallahu anh, Allah Teâlânın ve Onun en sevgili Resûlünün en sevgili dostudur.[1] Kurânî ifâde ile; İkinin İkincisidir.[2] Canıyla, malıyla ve âilesiyle Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin etrâfında âdeta pervâne olmuş, ömrünü ve bütün varlığını İslâmın muhâfazası ve neşri için vakfetmiştir.
Hz. Ebûbekir radıyallahu anh dîni idrâk etme hususunda son derece firâsetli, sır ve hikmetlere vuk¯ufiyette yüksek anlayış sahibi, nerede, ne zaman ve nasıl konuşacağını gâyet iyi bilen, yumuşak huylu ve çok cömert bir zât idi. Az konuşur; halîfeliği sırasında da kumandan ve vâlilerine az konuşmalarını tavsiye ederdi.
Âyet-i kerîmeleri ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin sözlerini en iyi o anlardı.[3] Zira ömrü boyunca Efendimizden hiç ayrılmamıştı. Bedenen ayrı kaldığı kısa zamanlarda bile kalben Onunla beraber olarak dâimî bir râbıta hâlinde bulunurdu.
[h=3]Cennete İlk Girecek Kişi[/h] Ashâb-ı kirâm, Ebûbekir Efendimizin kıymetini bilir; Onu kızdırırsak, Resûlullah gazaplanır, Resûlullah gazaplanınca da Cenâb-ı Hak gazap eder ve biz helâk oluruz! diye ona karşı çok dikkatli davranırlardı.[4] Efendimiz ona şu ebedî müjdeyi vermişlerdi:
Ey Ebûbekir! Ümmetimden Cennete ilk girecek kişi olman sana kâfî değil midir?! (Ebû Dâvûd, Sünnet, 8/4652)
[h=2]HZ. EBUBEKİR'İN ŞAHSİYETİ VE KARAKTERİ[/h] Hz. Ebûbekir radıyallahu anh fıtraten halim-selim olup, engin bir şefkat ve merhamete sahipti. Bununla birlikte vazife ve mesûliyet hususunda zerre kadar müsâmaha göstermezdi. Fikirlerindeki isâbeti, muâmelâtındaki doğruluk ve nezâketi, tecrübesinin genişliği, nefsine hâkimiyeti, hayırseverlik ve samimiyetiyle herkes tarafından çok sevilirdi. Sevimli, güler yüzlü, hoş-sohbet, muâmelesi ve ahlâkı güzel bir Allah ve Resûlullah dostu idi. İnsanlar onunla kolayca ülfet eder ve kendisine olan muhabbetleri gittikçe artardı. Câhiliye döneminde bile mütevâzı bir hâli vardı. Gâyet vakur, cömert ve âlicenap bir şahsiyet ve karaktere sahipti.[5]
Hayatında muazzam bir denge vardı. Her zaman büyük bir tevâzû ve mahviyet sergiledi, fakat aslâ zillet ve acziyet göstermedi. Dâimâ vakarlı oldu, fakat gurur ve kibre kapılmadı. Son derece affedici, müsâmahakâr, mülâyim ve yumuşak huylu yaşadı, fakat gerektiğinde de sert ve cesur olmasını bildi. Her hâliyle büyük bir muvâzene ve îtidâl numûnesiydi.
[h=2]HZ. EBUBEKİR'E NEDEN SIDDIK DENİLMİŞTİR?[/h] Fahr-i Kâinât sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, İsrâ ve Mîrac hâdisesini Kureyş müşriklerine haber vereceği zaman:
Ey Cebrâîl! Kavmim beni tasdîk etmez! dedi. Cebrâîl (a.s.):
Ebûbekir Seni tasdîk eder. O sıddîktır. buyurdu. (İbn-i Sad, I, 215)
Nitekim müşrikler, Mîraç hâdisesini duyduklarında, derhâl Hazret-i Ebûbekire koştular:
Arkadaşın, bir gece içinde Mescid-i Aksâya gittiğini, oradan da göklere çıkıp sabah olmadan tekrar Mekkeye geldiğini söylüyor. Bakalım buna ne diyeceksin? dediler. Hazret-i Ebûbekir:
O ne söylüyorsa doğrudur! Çünkü Onun yalan söylemesine imkân ve ihtimâl yoktur! Ben, Onun her getirdiğine peşinen inanırım... dedi. Müşrikler tekrar:
Sen Onu tasdîk ediyor ve bir gecede Beytül-Makdise gidip geldiğine inanıyor musun? dediler. Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh:
Evet! Bunda şaşılacak ne var? Vallâhi O bana, gece veya gündüzün herhangi bir vaktinde kendisine Allahtan haber geldiğini söylüyor da ben yine Onu tereddütsüz tasdîk ediyorum. dedi.
Daha sonra Ebûbekir radıyallahu anh, o sırada Kâbede bulunan Peygamber Efendimizin yanına gitti. Olanları bizzat Efendimizin mübârek fem-i saâdetlerinden dinledi ve:
Sadakte (doğru söyledin) yâ Resûlâllah!.. dedi. Allah Resûlü de, Onun bu tasdîkinden gâyet memnun kalarak cihânı aydınlatan tebessümüyle Hazret-i Ebûbekire:
Ey Ebûbekir! Sen «Sıddîk»sın!.. buyurdular. (İbn-i Hişâm, II, 5)
Hazret-i Sıddîkın Mîraç hâdisesinde sergilediği bu kalbî sarsılmazlık ve tereddütsüz bir şekilde Allah Resûlünü tasdîk edişi, ancak kalbinin kazandığı îman kuvvetiyle îzah olunabilir. Hazret-i Sıddîkın bu kalbî mukâvemetini ifâde sadedinde Hazret-i Ali ona:
Sen, şiddetli kasırgaların hareket ettiremediği ve şiddetli sarsıntıların yerinden oynatamadığı ulu bir dağ gibiydin! buyurmuştur.[6]
[h=2]İKİNİN İKİNCİSİ[/h] Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Hz. Ebûbekiri radıyallahu anh çok severdi. Her gün mutlakâ yanına uğrardı.[7] Ebûbekir de Allah Resûlünü görmeden huzur bulamazdı. Peygamber Efendimizin herhangi bir seriyye ile gönderdiği veya hac emîri tâyin ettiği günler hâriç, Ondan hiç ayrılmadı. Yani ömürleri beraber geçti.
Hz. Ayşe radıyallahu anha şöyle anlatır:
Resûlullah, Ebûbekirin evine her gün ya sabah ya da akşam muhakkak uğrardı. Ancak, Allâhın kendisine hicret için izin verdiği gün, hiç âdeti olmadığı hâlde, tam öğle saatinde bize geldi. Babam onu görünce:
«Resûlullah bu saatte gelmezdi. Mutlakâ mühim bir iş olmalı!» dedi.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem içeri girince, babam oturduğu yerden kalkıp yerini Ona verdi. Babamın yanında ben ve kızkardeşim Esmâ vardı. Resûlullah babama:
«Odadakileri dışarı çıkar, (mühim bir mesele konuşacağız)!» buyurdular. Babam:
«Ey Allâhın Resûlü, onlar benim kızlarımdır (bir zarar gelir diye endişelenmeyin). Anam-babam Sana fedâ olsun, bu mühim mesele nedir?» diye sordu. Resûlullah:
«Allah Teâlâ bana Mekkeden çıkarak hicret etmeme izin verdi.» buyurdular. Babam:
«Ey Allâhın Resûlü! Ben de Sana arkadaşlık edecek miyim?» dedi. Fahr-i Kâinât Efendimiz:
«Evet, beraberiz!» buyurdular.
Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh, sevincinden hüngür hüngür ağlamaya başladı. Vallâhi o güne kadar, bir kişinin sevinçten ağlayabileceğini hiç tahmin etmezdim. (İbn-i Hişâm, II, 97-98)
[h=3]Sevr Mağarası[/h] Hicret esnâsında Sevr Mağarasına doğru giderken Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh, Fahr-i Kâinât Efendimizin kâh önünde, kâh arkasında yürüyordu. Allah Resûlü:
Ey Ebûbekir, niçin böyle yapıyorsun? diye sordular. Hazret-i Ebûbekir:
Yâ Resûlâllah! Müşriklerin arkanızdan yetişebileceğini düşünüyor, arkadan yürüyorum; ileride pusu kurup bekleyebileceklerini düşünüyor, önünüzden yürüyorum! dedi.
Daha sonra Sevr Mağarasına ulaştılar. Ebûbekir radıyallahu anh:
Yâ Resûlâllah! Ben mağarayı temizleyinceye kadar, Siz burada bekleyin! dedi ve mağaraya girdi. Mağaranın içini temizledi. Eliyle yokluyor, bir delik bulduğunda hemen elbisesinden bir parça kesip orayı kapatıyordu. Bu minvâl üzere üst elbisesinin tamamını deliklere tıkadı, sadece bir delik kaldı. Ona da topuğunu koyduktan sonra:
Artık gelebilirsiniz ey Allâhın Resûlü! dedi.
Hz. Ebûbekirin üst kısmında elbise olmadığını fark eden Allah Resûlü:
Elbisen nerede, ey Ebûbekir? diye hayretle sordu.
Hz. Ebûbekir de yaptıklarını anlattı. Bu âlicenap davranış karşısında son derece duygulanan Allah Resûlü, mübârek ellerini kaldırarak Ebûbekir için duâ ettiler.[8]
Müşrikler, mağaraya yaklaşırlarken endişeye kapılan Hazret-i Ebûbekir Sıddîk, Resûlullah Efendimize:
Ben öldürülürsem, nihâyet bir tek kişiyim, ölür giderim. Fakat Sana bir şey olursa, o zaman bir ümmet helâk olur. diyordu.
Peygamber Efendimiz ayakta namaz kılıyor, Ebûbekir radıyallahu anh de gözcülük yapıyordu. Bir ara:
Mekkeliler Seni arayıp duruyorlar. Vallâhi ben kendim için endişelenmiyorum. Fakat Sana zarar vermelerinden korkuyorum. dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz ise:
Ey Ebûbekir! Mahzûn olma! Hiç şüphesiz Allah bizimle beraberdir! buyurdular. (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 223-224; Diyarbekrî, I, 328-329)
Hz. Ebûbekir orada dolaşıp duran müşriklerin ayaklarını görünce de:
«Ey Allâhın Resûlü! Eğer şunlardan biri eğilip aşağıya bakacak olursa mutlakâ bizi görür!» dedi. Resûlullah ise:
Üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne zannediyorsun, ey Ebûbekir?! buyurdular. (Buhârî, Tefsîr, 9/9; Müslim, Fedâilus-Sahâbe, 1)
Hazret-i Ömer radıyallahu anh, halîfeliği zamanında bâzılarının kendisini Hazret-i Ebûbekire radıyallahu anh üstün tutar biçimde konuştuklarını işitmişti. Bu duruma çok kızdı. Daha sonra, çileli hicret günleri gözünde canlandı. Resûlullah ile Hazret-i Ebûbekirin Sevr Mağarasında birlikte geçirdikleri geceyi hatırlattı ve büyük bir hasret içinde şöyle dedi:
−Vallâhi, Hazret-i Ebûbekirin o gecesi, Ömerin bütün âilesinden daha hayırlıdır!.. (Hâkim, III, 7/4268)
[h=3]Üçüncüleri Allah Olan İkinin İkincisi[/h] İşte Hz. Ebûbekir radıyallahu anh, nice ilâhî esrar tecellîlerinin yaşandığı bu ulvî yolculuğun Sevr Mağarası safhasında, üç gün üç gece boyunca Efendimizin sadrından pek çok sır ve hikmet devşirdi. O husûsî yakınlığın yüksek fazîletine ve Allah Resûlü ile müstesnâ bir rûhî alışverişin büyük şerefine mazhar oldu. İlâhî esrâra gark olarak kalbi inkişâf ettirme dergâhı hâline gelen o mübârek mağarada, üçüncüleri Allah olan ikinin ikincisi pâyesine erdi. Resûlullah Efendimiz, bu azîz arkadaşına; ...Mahzûn olma, Allah bizimledir!..[9] buyurdular. Böylece maiyyet sırrını, yani gönlün Allah ile beraberlik neticesinde ulaşacağı huzûr hâlinin keyfiyetini telkîn ettiler.
[h=2]ALTIN SİLSİLENİN İLK HALKASI[/h] Daha önce de ifâde edildiği üzere bu hâli ârifler, hafî/gizli zikir tâliminin başlangıcı ve gönülleri Allah ile itminâna/huzûra erdirecek mânevî telkinlerin en mühim tezâhürlerinden biri olarak değerlendirmişlerdir. Bunun içindir ki, bu nebevî tâlim ve telkinlerin ilk tâlihli muhâtabı olan Hazret-i Sıddîk, -inşâallah- ucu kıyâmete kadar devam edecek olan Altın Silsilenin, Peygamber Efendimizden sonraki ilk halkası olarak telâkkî edilmiştir.
Buradan şunu da anlıyoruz ki, bütün ulvî yolculuklarda maksat; Allah ve Resûlüne olan muhabbet, fedâkârlık ve hizmet nisbetinde hâsıl olur. Çünkü muhabbetin şartı, sevilen kişinin sevdiği şeyleri de sevmektir. Bu, sevilenin hâliyle hâllenip onunla aynîleşme yolunda mühim bir adımdır ki, Hazret-i Ebûbekirin hayatı da bu hâlin sayısız misalleriyle doludur. Resûlullah ona şöyle buyurmuşlardır:
Sen, Cennetteki Kevser Havuzunun başında ve mağarada benim arkadaşımsın! (Tirmizî, Menâkıb, 16/3670)
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin konuşmalarında sık sık Hazret-i Ebûbekir ve Hazret-i Ömerin isimleri geçerdi. Efendimiz, birlikte bâzı işler yaptıklarını, beraberce bir yere gidip geldiklerini ifâde ederdi. İnsanların inanmakta zorlandıkları bâzı hârikulâde hâdiselerden bahsedince; Buna ben inanırım, Ebûbekir ve Ömer de inanır. buyururlardı. Bu da gösteriyor ki, onlar birbirlerinden hiç ayrılmıyor, devamlı beraber bulunuyorlardı. (Buhârî, Ashâbun-Nebî, 6, 8; Ahmed, I, 109, 112)
Hazret-i Ömer şöyle der:
Resûlullah, Müslümanların meseleleri hakkında Ebûbekir (r.a.) ile gece geç vakitlere kadar konuşurlardı, ben de onlarla beraber olurdum. (Tirmizî, Salât, 12/169)
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir gün Mescide girmişti. Bir tarafında Hazret-i Ebûbekir diğer tarafında da Hazret-i Ömer vardı. Efendimiz onların ellerini tutmuş, şöyle buyuruyordu:
Kıyâmet günü biz böyle diriltileceğiz. (Tirmizî, Menâkıb, 16/3669)
[h=2]EBUBEKİR BENDENDİR, BEN DE ONDANIM[/h] Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh, yüksek sadâkat, teslîmiyet, aşk ve muhabbetiyle Allah Resûlünde fânî olmuştu. Onunla kalbî râbıtayı en üst seviyede yaşamıştı. Son nefesine kadar ilâhî aşk yangını içinde benliğinden geçmiş, yalnızca Allah Resûlünün varlığında hayat bulmuştu. Bu itibarla Resûlullah Efendimizle her buluşma vaktinde ve sohbetinde apayrı bir vecd ve istiğrak hâli yaşardı. Allah Resûlünün huzurlarındayken bile Ona olan muhabbet ve hasreti teskîn olacağı yerde daha da ziyâdeleşirdi. Onunla âdeta aynîleşmişti. Efendimiz de bu aynîleşme ve muhabbet sebebiyle:
Ebûbekir bendendir, ben de ondanım. Ebûbekir dünyada ve âhirette kardeşimdir.[10] buyurmuşlar, böylece mânâ âlemindeki beraberliklerini ve kalpleri arasındaki müstesnâ irtibâtı ifâde etmişlerdir.
Fakat bu aynîleşme hâli, nice fedâkârlıklar ve büyük bedeller karşılığında gerçekleşmiştir. Zira insan en ağır bedeli, muhabbeti uğrunda öder. Bu fânî âlemde ödenen en ağır bedel ise, ilâhî muhabbetin bedelidir.
Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh de, Allah ve Resûlü ile dostluğun ulvî lezzetine gark olmak için; Allah ve Resûlullah muhabbetinin bütün bedellerini hiç tereddüt etmeden ödeyebilmenin gayret ve heyecanı içinde bir hayat yaşamıştır.
Nitekim bir gün Hz. Ebûbekir radıyallahu anh, Kâbede insanları Allâha ve Resûlüne îmân etmeye çağırmıştı. Buna öfkelenen müşrikler, Hz. Ebûbekirle müminlerin üzerine yürüyüp onları şiddetle dövmeye başladılar. Hele fâsık Utbe, Hz. Ebûbekirin üzerine çıkıp çiğnedi, yüzünü demir tabanlı ayakkabılarıyla tekmeledi. Hz. Ebûbekirin her tarafı kan revân içinde kaldı. Kabîlesi Teymoğulları, Hz. Ebûbekiri müşriklerin elinden zorla kurtarıp baygın bir hâlde evine götürdüler. Öleceğinden korkuyorlardı.
Hz. Ebûbekir radıyallahu anh, ancak akşama doğru kendine gelebildi ve ilk olarak binbir zahmetle:
Resûlullah nasıl, iyi mi? diye sordu. Annesi Ümmül-Hayr sürekli:
−Bir şeyler yiyip-içsen! diye ısrar ediyor, Hz. Ebûbekir ise, sanki onu hiç duymuyormuş gibi:
−Resûlullah ne yapıyor, ne hâldedir? diye sorup duruyordu. Gece olunca, binbir güçlükle ve gizlice Dârul-Erkāma gidip Resûlullahı görünceye kadar hiçbir şey yiyip içmedi. Peygamber Efendimizi görünce de hemen dizlerine kapanıp:
−Anam-babam Sana fedâ olsun yâ Resûlâllah! Benim hiçbir sıkıntım yok. O habis fâsık beni biraz hırpaladı, o kadar! dedi.[11]
[h=3]Hz. Ebûbekirin Babasının Müslüman Olması[/h] Hz. Ebûbekirin radıyallahu anh şu hâli de onun fenâ fir-Rasûl makâmında nasıl da zirveleştiğini, ne güzel ifâde etmektedir:
O, Mekke Fethinde, gözleri görmeyen ihtiyar babasını Müslüman olmak üzere Allah Resûlünün huzûruna getirmişti. Resûl-i Ekrem Efendimiz:
Ebûbekir! İhtiyar babanı niye buraya kadar yordun? Biz onun yanına gidebilirdik. buyurdular. Hazret-i Ebûbekir ise:
Onun size gelmesi daha münâsiptir. Bir de Allah Teâlânın bu vesîleyle babama sevap vermesini istedim. dedi.
Ebû Kuhâfe radıyallahu anh, beyat etmek üzere elini Fahr-i Kâinât Efendimizin mübârek eline uzatınca, Ebûbekir radıyallahu anh duygulanıp ağlamaya başladı. Resûlullah, hayretle niçin ağladığını sorunca da şu müthiş cevâbı verdi:
Yâ Resûlâllah! Sana beyat etmek üzere uzanan şu el, babamın değil de, amcan Ebû Tâlibin eli olsaydı da, bu vesîleyle Allah Teâlâ benim yerime Seni sevindirseydi! Çünkü Sen, onu çok seviyor ve îmân etmesini çok istiyordun (Bkz. Heysemî, VI, 173-174; İbn-i Sad, V, 451)
Hz. Ebûbekir radıyallahu anh her zaman:
Vallâhi Resûlullah Efendimizin yakınlarını kollayıp gözetmek, benim için kendi yakınlarımı kollamaktan daha sevimlidir. derdi. (Buhârî, Ashâbun-Nebî 12, Meğâzî 14)
Bir defasında da Resûlullah Efendimiz:
Ebûbekirin malından istifâde ettiğim kadar başka hiç kimsenin malından faydalanmadım... buyurmuştu. Ebûbekir radıyallahu anh ise bu iltifatkâr sözden âdeta bir gayrılık mânâsı çıkararak gözyaşları içinde:
Ben de, malım da, hepsi Size âit değil mi yâ Resûlâllah?! dedi. (İbn-i Mâce, Mukaddime, 11; Ahmed, II, 253)
Bu sûretle kendisini bütün varlığıyla Peygamber Efendimize adadığını ve Onda fânî olduğunu ifâde etti.
[h=2]NEBEVÎ ESRÂRIN EN YAKIN MAHREMİ[/h] Hz. Ebûbekir radıyallahu anh, gönlünü, Resûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin kalp âlemini yansıtan berrak bir ayna hâline getirmişti. Bu itibarla o, Peygamber Efendimizde fânî olmanın en müşahhas numûnesi oldu. Bu fânî oluş sâyesinde de, Fahr-i Kâinât Efendimize âit her şey, onun kalbinde çok derin bir mânâ kazandı. Öyle ki Ebûbekir radıyallahu anh, Allâhın âyetlerini, Resûlullah Efendimizin sözlerini ve hâdiselerin hikmetini idrâk etme hususunda ashâbın en önde geleni oldu. Hiç kimsenin kavrayamadığı nice nebevî nükteleri, üstün bir firâset ve basîretle sezdi. Nitekim Vedâ Haccında:
Bugün size dîninizi ikmâl ettim; üzerinize olan nîmetimi tamamladım ve sizin için dîn olarak İslâmı seçtim... (el-Mâide, 3) âyeti nâzil olmuştu. Herkes, dînin tamamlanmasına sevindi. Fakat Hazret-i Ebûbekir, yüksek firâsetiyle bundan, Allah Teâlânın pek yakında Sevgili Resûlünü ebediyyet âlemine dâvet buyuracağı hakîkatini sezdi. Gönlüne düşen ayrılık ateşinin ıztırâbıyla hüzne gark oldu.
[h=3]Hz. Ebûbekirin Namaz Kıldırması[/h] Hz. Ebûbekirin radıyallahu anh bu ince kavrayışını gösteren misallerden biri de şudur:
Allah Resûlü son günlerinde hastalığının ağırlığı sebebiyle mescide çıkamamıştı. Cemaate namaz kıldırması için de Hz. Ebûbekiri radıyallahu anh imam tâyin etmişti. Fakat bir ara kendisini iyi hissederek mescide çıktı. Ashâb-ı kirâma bâzı nasihatlerde bulunduktan sonra:
−Şânı yüce olan Allah, bir kulunu, dünya ile kendi katındaki nîmetler arasında serbest bıraktı. O kul da Allah katındakini tercih etti!.. buyurdu.
Bu sözler üzerine Hz. Ebûbekirin radıyallahu anh hassas ve rakik kalbi mahzunlaştı, ardından da sıcak gözyaşları dökmeye başladı. Zira Hazret-i Peygamberin kendilerine bir nevî vedâ hitâbında bulunduğunu hissetmişti. Çünkü o, nebevî esrârın en yakın mahremiydi. Ayrılıktan inleyen bir ney gibi feryâda başladı. Hıçkıra hıçkıra:
Anam, babam Sana fedâ olsun yâ Resûlâllah! Sana babalarımızı, analarımızı, canlarımızı, mallarımızı ve evlâtlarımızı fedâ ederiz!.. dedi. (Ahmed, III, 91)
Cemaat içinde Ondan başka hiç kimse, Hz. Peygamberin derin hissiyâtını ve dünyaya vedâ hâlinde olduğunu kavrayamamıştı. Hattâ ashâb, Hz. Ebûbekirin ağlamasına bir mânâ verememiş, büyük bir hayretle birbirlerine:
Resûlullah, Rabbine kavuşmayı tercih eden sâlih kişiden bahsederken şu ihtiyarın ağlaması, doğrusu şaşılacak şey!.. dediler. (Buhârî, Salât, 80)
Çünkü dünya veya Allah katındakileri tercih hususunda serbest bırakılan sâlih kulun, Hz. Peygamber olduğunu akıllarına bile getirmemişler ve Hz. Ebûbekirin sezdiği gerçeği sezememişlerdi. Bu esnâda Resûlullah, hem Hz. Ebûbekirin mahzun gönlünü tesellî hem de ashâbına onun değerini beyan için sözlerine şöyle devam etti:
Bize iyiliği dokunan herkese bunun karşılığını aynıyla veya fazlasıyla ödemişizdir. Ancak Ebûbekir müstesnâ!.. Onun o kadar iyiliği olmuştur ki, karşılığını kıyâmet günü Allah verecektir.
Sohbetiyle olsun, malıyla olsun bana en fazla ikramda bulunan, Ebû Bekirdir. Eğer ben, Rabbimden başkasını dost edinecek olsaydım, mutlakâ Ebûbekiri dost (halîl) edinirdim. Fakat İslâm kardeşliği daha üstündür.[12]
[h=3]Açık Bırakılan Tek Kapı[/h] Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, dâr-ı bekāya irtihâlinden birkaç gün evvel de:
Mescide açılan bütün (husûsî) kapılar kapansın, sadece Ebûbekirin kapısı açık kalsın![13] Zira ben, Ebûbekirin kapısının üzerinde nur görüyorum...[14] buyurdular.
Böylece bütün kapılar kapatıldı, sadece Ebûbekirin radıyallahu anh kapısı açık kaldı. İşârî mânâda bu demektir ki, Allah Resûlüne sallallahu aleyhi ve sellem husûsî yakınlık kapısı, Ona, Hazret-i Sıddîk misâli tam bir sadâkat, teslîmiyet, itaat, fedâkârlık, dostluk ve muhabbet ile açılabilir.
[h=2]HZ. EBUBEKİRİN İNFAKI[/h] Ashâbın en zenginlerinden olan Hz. Ebûbekir radıyallahu anh, Allah Resûlünde sallallahu aleyhi ve sellem fânî olunca, canını ve malını cömertçe Onun yolunda fedâ etmişti. Fahr-i Kâinât Efendimize peygamberlik geldiğinde, Hz. Ebûbekirin 40 bin dirhemlik bir serveti vardı. Malının büyük bir kısmını İslâm uğrunda infâk etti. Müslüman olan köleleri âzâd ediyor, müminlere her türlü desteği sağlıyordu. En son kalan 5 bin dirhemi de hicret esnâsında yanına alarak yola çıktı ve Medîne-i Münevverede Allah için infâk etmeye devam etti.[15]
Babası Ebû Kuhâfe bir gün:
Oğlum, sen hep zayıf ve güçsüz köleleri satın alıp âzâd ediyorsun. Madem köle âzâd edeceksin, şöyle güçlü-kuvvetli köleler satın al da, tehlike ve kötülüklere karşı önünde durup seni korusunlar. demişti.
Hz. Ebûbekir radıyallahu anh ise:
Babacığım, benim böyle davranmakta yegâne maksadım; Allâhın rızâsını kazanmaktır. Ben onları âzâd etmekle ancak Allah katındaki mükâfâtı istiyorum. cevâbını verdi.[16]
Yine Hz. Ebûbekir, birçok defa servetinin tamamını Resûlullah Efendimize getirip Allah yolunda kâbına varılmaz bir infak örneği sergilemişti. Efendimizin:
Âilene ne bıraktın ey Ebûbekir? suâline de:
Onlara Allah ve Resûlünü bıraktım. karşılığını verdi. (Ebû Dâvûd, Zekât, 40/1678; Tirmizî, Menâkıb, 16/3675)
[h=3]Hz. Ebûbekirin Her Şeyini Allah Yolunda Harcaması[/h] Hâlbuki Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, ashâbından hiçbirinin malını tamamıyla infâk etmesine izin vermezdi. Bu hususta yalnızca Hz. Ebûbekiri radıyallahu anh istisnâ tutar, bir tek ona müsâade buyururdu. Zira bütün malı-mülkü infâk ettikten sonra yaşanabilecek fakr u zaruret içinde, nefs ve şeytanın iğvâsıyla, gönüllerde bir pişmanlık peydâ olması muhtemeldir. Böyle bir pişmanlık ise, yapılan hayır-hasenâtın fazîletini giderip ecrini zâyî eder. Fakat Hazret-i Sıddîkın rızâ, teslîmiyet, ihlâs ve takvâ zirvesindeki gönül âlemi, Allah ve Resûlünün muhabbetiyle perçinlenmiş, aslâ sarsılmaz bir îman kalesi hâlindeydi. Bu sebeple Allah ve Resûlünün hoşnutluğu, ona bütün dünyevî sıkıntıları unutturmuştu. Hattâ bu zahmet ve meşakkatler onun gönlünde târifsiz bir lezzet vesîlesi hâline gelmişti.
[h=2]HZ. EBUBEKİRİN İBADET AŞKI[/h] Müşrikler, Hz. Ebûbekirin Kâbede ibadet etmesine müsâade etmedikleri için, o da evinin önünde bir namazgâh edinmişti. Orada namaz kılıp Kurân okumaya başladı. Rikkat-i kalbiyye sahibi, yufka yürekli bir zât olduğu için, Kurân-ı Kerîmi okurken hüzünlenir, gözyaşlarına mânî olamazdı. O, Kurân-ı Kerîmi böyle derin bir vecd içinde okurken müşriklerin çocukları ve kadınları, etrâfında toplanıp hayran hayran dinlemeye başladılar. Bu hâl, Kureyş müşriklerini korkuttu. Buna mânî olmak için uğraştılar. Ebûbekir radıyallahu anh ise Allâhın himâyesine sığınarak ibadetlerine devam etti.[17]
Bütün Hak âşıkları gibi Ebûbekir Efendimizin gönlünde de bilhassa seher vakitlerinde yapılan ibadetlerin pek müstesnâ bir değeri vardı. Şu hâdise, onun gece ibadetlerine olan düşkünlüğünün, ne kadar da bâriz bir işaretidir:
Bir ara Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, sekiz veya dokuz gece, yatsı namazını gecenin üçte birine kadar tehir etmişti. Ebûbekir:
Yâ Resûlâllah! Yatsıyı biraz erken kıldırsanız da gece ibadetine daha kolay kalkabilsek. dedi. Peygamber Efendimiz bundan sonra yatsıyı erken kıldırdı. (Ahmed, V, 47)
Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz:
Allah yolunda çift sadaka veren kimse, Cennetin muhtelif kapılarından; «Ey Allâhın sevgili kulu! Buraya gel, burada hayır ve bereket vardır.» diye çağrılır. Sürekli namaz kılanlar namaz kapısından, mücâhidler cihad kapısından, oruçlular Reyyân kapısından, sadaka vermeyi sevenler de sadaka kapısından Cennete dâvet edilirler. buyurmuşlardı. Ebûbekir (r.a.):
Anam-babam Sana fedâ olsun ey Allâhın Resûlü! Gerçi bu kapıların birinden çağrılan kimsenin diğer kapılardan çağrılmaya ihtiyacı yoktur; lâkin bu kapıların hepsinden birden çağrılacak kimseler de var mıdır? diye sordu. Resûlullah:
Evet, vardır. Senin de o bahtiyarlardan olacağını ümid ederim. buyurdular. (Buhârî, Savm 4, Ashâbun-Nebî 5; Müslim, Zekât 85, 86)
Yine bir gün Allah Resûlü, yanındaki sahâbîlere:
İçinizde bugün kim oruçludur?
−Bugün kim bir cenâze namazına iştirâk etti?
Bugün kim bir yoksulu doyurdu?
Bugün bir hasta ziyaretinde bulunanınız var mı? diye sualler sormuştu. Bunların hepsine de Ebûbekir (r.a.) müsbet cevap verdi. Bunun üzerine Allah Resûlü şöyle buyurdular:
Kim bu sâlih amelleri bir araya getirirse, o mutlakâ Cennete girer. (Müslim, Fedâilus-Sahâbe, 12)
[h=3]Peygamberimizin Hz. Ebûbekire Öğrettiği Dua[/h] Hz. Ebûbekir bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize:
Yâ Resûlâllah! Bana bir duâ öğretiniz de onu namazımda okuyayım! dedi.
Allah Resûlü de ona, Şöyle duâ et! buyurdular:
Allâhım! Ben kendime çok zulmettim. Günahları bağışlayacak ise yalnız Sensin. Öyleyse tükenmez lûtfunla beni bağışla, bana merhamet et. Çünkü affı sonsuz, merhameti nihâyetsiz olan, yalnız Sensin! (Buhârî, Ezân 149, Deavât 17, Tevhîd 9; Müslim, Zikir 48)
Yine Ebûbekir Sıddîk radıyallahu anh bir gün Resûlullah Efendimize:
Yâ Resûlâllah! Bana bâzı mübârek kelimeler öğretseniz de onları sabah-akşam okusam! dedi. Allah Resûlü de:
«Gökleri ve yeri, görünen ve görünmeyen âlemleri yaratan Allâhım! Ey her şeyin Rabbi ve sahibi! Senden başka ilâh bulunmadığına kesinlikle şehâdet ederim. Nefsimin şerrinden, şeytanın şerrinden, onun Allâha şirk koşmaya dâvet etmesinden Sana sığınırım.» diye duâ et ve bunu sabahleyin, akşamleyin ve yatağa yattığın zaman söyle. buyurdular. (Ebû Dâvûd, Edeb, 100-101/5067; Tirmizî, Deavât, 14/3392)
[h=2]HZ. EBUBEKİRİN HELÂL LOKMA HASSÂSİYETİ[/h] Ebûbekir Sıddîkın radıyallahu anh bir kölesi vardı. Bu köle kazancının belli bir kısmını ona verir, o da bundan yerdi. Yine bir gün köle, kazandığı bir şeyi getirdi. Hazret-i Ebûbekir de ondan bir lokma aldı. Bunun üzerine köle:
Her akşam bana kazancımın mâhiyetini sorardın, bu akşam sormadın. dedi. Hazret-i Ebûbekir:
Çok açtım, sormayı unuttum, peki söyle bakalım nasıl kazandın? diyerek açıklamasını istedi. Köle:
Falcılıktan anlamadığım hâlde câhiliye devrinde falcılık yaparak bir adamı aldatmıştım. Bugün onunla karşılaştık. Adam o yaptığım işe karşılık size ikram ettiğim bu yiyeceği verdi. deyince Hazret-i Ebûbekir, derhâl parmağını boğazına götürüp (bütün eziyetine rağmen) yediklerinin hepsini çıkardı ve:
Yazıklar olsun sana! Neredeyse beni helâk ediyordun! dedi. Kendisine:
Bir lokma için bu kadar eziyete değer miydi? diyenlere de şu cevâbı verdi:
Canımın çıkacağını bilseydim, yine de o lokmayı çıkarırdım. Zira Resûlullah:
«Haramla beslenen vücudun müstahak olduğu yer, cehennemdir!» buyurdular.[18]
Bu hâdise üzerine şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu:
Kim Rabbinin makâmında durup hesap vermekten korkar da nefsini hevâ ve heveslerden alıkoyarsa, şüphesiz onun varacağı yer cennettir. (en-Nâziât, 40-41)[19]
[h=2]HZ. EBUBEKİRİN HİLAFETİ[/h] Hazret-i Ebûbekir ile Ömer radıyallahu anh, Peygamber Efendimizin gözü ve kulağı mesâbesindeydiler.[20] Resûlullah onlar hakkında:
Benden sonra Ebûbekir ve Ömere tâbî olunuz! buyurmuşlardı. (Tirmizî, Menâkıb, 16/3662)
Bir kadın, Peygamber Efendimize gelip bir meselesini arz etmişti. Allah Resûlü de ona bâzı tavsiyelerde bulunmuş, bunları yaptıktan sonra tekrar kendisine gelmesini söylemişti. Kadın:
Ey Allâhın Resûlü, geldiğimde Sizi bulamazsam ne yapayım? diye sordu. Bu sözüyle Efendimizin vefâtını kastediyordu. Resûlullah:
Beni bulamazsan Ebûbekire git! buyurdular. (Buhârî, Ashâbun-Nebî, 5; Müslim, Fedâilus-Sahâbe, 10; Tirmizî, Menâkıb, 16/3676)
Kâsım bin Muhammed Hazretlerinin naklettiğine göre, Allah Resûlü son günlerinde Hazret-i Ayşe vâlidemize, şiddetli ağrılarından bahsederek şöyle buyurdular:
Ebûbekire ve oğluna haber gönderip halîfeliği Ebûbekire vasiyet etmeyi düşündüm. Böylece bâzılarının halîfelik hakkındaki dedikodularını ve bu hususta arzusu olanların temennîlerini kesmek istedim. Fakat sonra; «Allah Teâlâ, halîfeliği hak etmeyen birine vermez; müminler de halîfeliğe lâyık olmayan birini ondan uzak tutarlar. Veya Allah Teâlâ, lâyık olmayan kişiyi hilâfetten uzaklaştırır, müminler de hak etmeyen kişiyi o makâma seçmezler.» diye düşünüp bundan vazgeçtim. (Buhârî, Merdâ 16, Ahkâm 51; Müslim, Fedâilus-Sahâbe 11)
Bütün bunlar, Hazret-i Ebûbekirin radıyallahu anh hilâfeti hususunda tartışmaya mahal bırakmayacak derecede açık hükümler ve katî delillerdir.
[h=3]Hz. Ebûbekirin Hutbesi[/h] Resûlullah Efendimiz vefât ettiğinde, Ensâr ve Muhâcirler, Sakîfede Hazret-i Ebûbekire radıyallahu anh beyat ettiler. Bir gün sonra umûmî bir beyat daha oldu ve Peygamberlerden sonra insanlığın en hayırlısı olan Hazret-i Sıddîk insanlara şöyle hitâb etti:
Ey insanlar! En sâlihiniz olmadığım hâlde sizin başınıza halîfe seçilmiş bulunuyorum. Şayet vazifemi hakkıyla yaparsam bana yardım ediniz! Yanlış hareket edersem beni îkâz ediniz! Doğruluk, emin bir şahsiyet olmanın göstergesidir. Yalan ise hıyânettir. Zayıf olanınız hakkını alıncaya kadar benim yanımda en güçlünüzdür. Güçlü olanınız da kendisinden hak sahibinin hakkını alıncaya kadar benim nazarımda en zayıfınızdır.
Bir millet Allah yolunda cihâdı terk ederse zillete dûçâr olur. İnsanlar arasında kötülük yayılırsa Allah o millete umûmî bir belâ verir. Allâha ve Rasûlüne itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz! Şayet Allâha ve Resûlünün emirlerine riâyette kusur gösterirsem bana itaat etmeniz söz konusu olamaz. Haydi, namazımızı kılalım, Allâhın rahmeti üzerinize olsun.[21]
Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh daha sonraki bir hutbesinde de şöyle buyurdu:
Vallâhi benim hiçbir gün ve gecede kesinlikle idâreciliğe arzu ve rağbetim olmadı! Allah Teâlâdan ne gizlice ne de açıktan böyle bir şey istemedim! Lâkin insanların başıboş kaldığı o ortamda fitne çıkmasından korktum. (Mesûliyet endişesiyle vazifeyi kabûl ettim.) Yoksa idârecilikte benim için rahat yoktur. Boynuma öyle büyük bir iş yüklendi ki, Allah Teâlânın yardımı olmadan onu yapacak ne gücüm var ne de imkânım! Şu anda benim yerimde, idârecilik hususunda insanların en kuvvetlisinin bulunmasını ne kadar isterdim!
Muhâcirler Hazret-i Ebûbekirin radıyallahu anh bu samimî sözlerini gönülden kabûllendiler. Hazret-i Ali ile Zübeyr de yeni halîfeyi takdir ederek şöyle buyurdular:
Hazret-i Ebûbekir, Resûlullah Efendimizden sonra bu işe insanların en fazla hak sahibi olanıdır. Zira o, Efendimizin hicret esnâsında gizlendiği mağaradaki yegâne arkadaşıdır. Cenâb-ı Hak Kurân-ı Kerîmde kendisinden «ikinin ikincisi» diye bahsetmiştir. Biz onun şerefini, büyüklüğünü biliyoruz. Resûlullah hayattayken ona, imamlığa geçip insanlara namaz kıldırmasını emretmiştir.[22]
Resûlullah Efendimizin vefâtından bir ay sonraki bir hutbesinde ise Ebûbekir (r.a.) şöyle buyurdu:
Arzu etmediğim hâlde hilâfet vazifesine getirildim. Vallâhi, benim yerime bir başkasının bu vazifeyi üzerine almasını ne kadar isterdim! Dikkat edin! Benden, size Resûlullah gibi davranmamı beklerseniz, buna gücüm yetmez! Zira O, Cenâb-ı Hakkın kendisine vahiy ikram ettiği ve yanlışlardan mâsum kıldığı bir zât idi. Ben ise sizin gibi bir insanım, herhangi birinizden daha hayırlı da değilim. Beni murâkabe/kontrol edin, istikâmet üzere olursam bana tâbî olun, ayağım kayarsa beni düzeltin!..[23]
Bu ifâdeler, Resûlullah Efendimizin güzel ahlâkının Hazret-i Ebûbekirdeki akisleridir. Onun ne kadar mütevâzı ve Sünnet-i Seniyyeye bağlı bir Allah ve Resûlullah dostu olduğunun en bâriz göstergesidir.
[h=3]Hz. Ebûbekirin Yardımcıları[/h] Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh halîfe olunca, ashâb-ı kirâmdan kendisine yardımcı olmalarını taleb etti. Ebû Ubeyde (r.a.) Beytülmâl işlerine yardımcı oldu, Hazret-i Ömer kadılık vazifesini üstlendi. Ashâb-ı kirâm, Resûlullah Efendimizin terbiyesiyle insanlığın en fazîletli toplumu hâline gelmişti. Bu sebeple, bir sene geçerdi de iki kişi bir dâvâ için mahkemeye gelmezdi. Hazret-i Ali de Ebûbekir Efendimize kâtiplik ve müşâvirlik yaptı.[24] Devamlı Halîfenin meclisinde bulunarak ümmet-i Muhammedin nizam ve âsâyişini teminde ona yardımcı ve müsteşar oldu.[25]
[h=3]Sahte Peygamberler ve Ridde Olayları[/h] Peygamber Efendimizin en samimî dostu, yâr-ı ğârı (mağara arkadaşı), kayınpederi, veziri, müsteşarı ve ilk halîfesi olan Hazret-i Sıddîk, hilâfeti döneminde -Allâhın lûtfuyla- çok büyük gâilelerin üstesinden geldi. Bilhassa, Peygamber Efendimizin vefâtından sonra baş gösteren ridde/dinden dönme isyanlarını fevkalâde bir dirâyetle bastırdı. Böylece İslâm devletinin dağılmasını engellediği gibi, fetihlerin artarak devâmını da sağlamış oldu.
Hazret-i Sıddîk, dînin hükümlerinden hiçbir şekilde tâviz vermedi, İslâmın sebatkâr bir müdâfii oldu. Yine Allah Rasûlü rin vefâtından sonra ortaya çıkan zekât mükellefiyetini reddetme hareketlerine karşı da büyük bir kararlılıkla mukāvemet gösterdi ve:
Şayet zekât mallarından küçücük bir ip parçasını bile benden saklayıp onu vermezlerse onlara savaş açarım!.. dedi. Böylece fitnenin büyümesine mânî oldu ve dîni tahrîfe sebep olacak bütün kapıları kapattı. Onun bu kararlı ve cesur tavrına, adâlet ve celâdet âbidesi Hazret-i Ömer bile gıpta etmiş ve hayran kalmıştır.[26]
Kurân-ı Kerîm de Hazret-i Ebûbekirin hilâfeti döneminde; daha önce yazılı olduğu hurma yapraklarından, yassı taşlardan, ince levhalardan ve hâfızların ezberlerinden büyük bir titizlikle toplanarak aynen Allah Rasûlüne nâzil olduğu şekliyle bir mushaf hâlinde bir araya getirildi. Böylece dînî hususlarda çıkması muhtemel pek çok fitnenin önü alınmış oldu.
Velhâsıl Ebûbekir radıyallahu anh ümmet-i Muhammedin Kurân ve Sünnet istikâmetinde ilerlemesi, birlik ve beraberlik içinde yükselmesi için fevkalâde gayret göstererek pek mühim hizmetlere imza attı. Onun sadece 2 sene 3 ay süren hilâfeti, bütün bir İslâm tarihi için, vakti kısa, fakat gölgesi uzun ikindi zamanı gibi feyizli ve bereketli bir dönem oldu.
[h=2]HZ. EBUBEKİRİN TEVÂZUU, MERHAMETİ VE AFFEDİCİLİĞİ[/h] Hazret-i Ebûbekir halîfeliği döneminde de, önceki mütevâzı ve zâhidâne hayatına devam etti. Daha evvel çevresindeki yetim kızların koyunlarını sağıverir, ihtiyaçlarını karşılardı. Halîfe olduktan sonra komşuları, artık onun meşgalelerinin artacağını, belki hayat şartlarının değişeceğini, artık bu hizmetleri göremeyeceğini düşünmüşlerdi. Ancak değişen bir şey olmadı. O, aynı mütevâzı hâliyle yetimlerin koyunlarını sağmaya ve ihtiyaçlarını bizzat karşılamaya devam etti.[27]
Cenâb-ı Hak böylesine güzel bir ahlâka sahip olan kullarını medhederek şöyle buyurur:
Rahmânın (rahmetinin tecellî ettiği has) kulları, yeryüzünde tevâzû ve vakar ile yürürler (el-Furkân, 63)
Resûlullah şöyle buyurmuşlardır:
Ümmetim içinde ümmetime karşı en merhametli olan kişi, Ebûbekirdir (Tirmizî, Menâkıb, 32/3790-3791)
Hazret-i Sıddîk, kalbindeki yumuşaklık, lûtuf, şefkat ve merhameti sebebiyle Evvâh lâkabıyla da anılırdı.[28]
Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ashâb-ı kirâmın arasında otururken, bir kişi gelip Hazret-i Ebûbekire hakaret ederek onu üzdü. Ancak Ebûbekir radıyallahu anh sükût edip cevap vermedi. O kimse ikinci defa aynı şekilde hakaret ederek eziyet verdi. Ebûbekir radıyallahu anh yine sükût etti. Adam üçüncü sefer de hakaret edince, Hazret-i Ebûbekir ona hak ettiği cevâbı verdi. Bunun üzerine Allah Resûlü hemen kalkıp yürüdü. Hazret-i Ebûbekir de hemen ardından yetişerek:
Ey Allâhın Resûlü, yoksa bana darıldınız mı? dedi. Allah Resûlü:
Hayır, darılmadım. Semâdan bir melek inmiş, o kimsenin sana söylediklerini yalanlıyor, senin adına ona cevap veriyordu. Sen karşılık verip intikamını alınca melek gitti, onun yerine şeytan geldi. Bir yere şeytan gelince ben orada durmam! buyurdular. (Ebû Dâvûd, Edeb, 41/4896)
[h=2]HEP ÂHİRETİ TERCİH ETMESİ[/h] Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh şöyle buyurmuştur:
İnsanları iki kısım gördüm. Kimisi dünyayı ister, kimisi âhireti ister. Ben ise Mevlâyı tercih ettim İslâma girdiğimde beni iki amel karşıladı; dünya ameli ve âhiret ameli. Ben dâimâ âhiret amelini tercih ettim [29]
Ebûbekir radıyallahu anh dünyayı âhiretin tarlası olarak görür ve:
Yâ İlâhî, dünyayı bana genişlet ve beni ona karşı zâhid kıl! diye duâ ederdi. Yani bana önce dünyayı ver, sonra onun âfetlerinden korunmak için sevgisini gönlümden al ve ben kendi irâde ve arzumla fakr içinde olayım, demek isterdi.[30]
Halîfeliğinden önce de sonra da aslâ dünyaya meyletmedi. Tıpkı Resûlullah gibi, bütün arzusu; âhiret yolculuğunu, ilâhî vuslat iştiyâkı içinde ve dünya sıkletlerinden âzâde bir gönül huzûruyla tamamlamaktı. Bu sebepledir ki vefâtına yakın, büyük bir istiğnâ hâli içinde, kendisine âit bir arazinin satılıp halîfeliği müddetince zarûreten aldığı maaşların devlet hazinesine geri ödenmesini vasiyet etti.[31]
Ölüm döşeğindeyken de kızı Hazret-i Ayşeye, sütünü içtikleri deveyi, içinde elbise boyadığı kabı ve giydiği kadife elbiseyi vefâtından sonra Hazret-i Ömere teslim etmesini vasiyet etti. Gerekçe olarak da bunlardan, müslümanların işleriyle meşgul olurken istifâde ettiğini söyledi. Âişe vâlidemiz de babasının vefâtından sonra, bunları yeni halîfe Hazret-i Ömere teslim etti. Bu eşyâları teslim alan Hazret-i Ömer:
Ebûbekir! Allâhın rahmeti senin üzerine olsun! Senden sonra gelenleri çok müşkül durumda bıraktın! dedi.[32]
Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh şu samimî niyazda bulunurdu:
Allâhım! Ömrümün en hayırlı devresi sonu, amellerimin en hayırlı kısmı neticeleri, günlerimin en hayırlısı da Sana kavuştuğum gün olsun.[33]
[h=2]HZ. EBUBEKİRİN VEFATI[/h] İbn-i Ömer Hazretlerinin rivâyetine göre Hazret-i Ebûbekirin radıyallahu anh vefâtına sebep olan şey, onun Resûlullah Efendimizin vefâtından duyduğu derin üzüntüdür. Hakîkaten o, Fahr-i Kâinât Efendimizin vefâtına o kadar üzülmüştü ki, mübârek vücudu eriye eriye iyice zayıfladı ve nihâyet vefât etti.[34]
Hazret-i Ayşe şöyle anlatır:
Vefât ettiği hastalığı esnâsında babam Ebûbekirin yanına girdim. Bana:
«−Peygamber Efendimizi kaç parça bez ile kefenlediniz?» diye sordu.
«−Gömlek ile başlık olmaksızın, üç parça beyaz pamuk bez ile kefenledik.» dedim.
«−Nebî r hangi gün vefât etmişti?»
«−Pazartesi.»
«−Bugün günlerden ne?»
«−Pazartesi.»
«−Benim vefâtımın da şu an ile gece arasında olmasını ümid ediyorum!» dedi. (Akabinde
[«Eğer bu gece ölürsem beni yarına bekletmeyiniz! Zira benim için gün ve gecelerin en sevimlisi, Resûlullaha en yakın olanıdır!» dedi. (Ahmed, I, 8)]
Sonra Hazret-i Ebûbekir, hastayken giymiş olduğu üzerindeki elbiseye baktı, elbisede biraz zâferân lekesi vardı:
«−Bu elbisemi yıkayın, iki elbise daha ilâve edin ve beni bunlarla kefenleyin!» dedi. Ben:
«−Babacığım, bu elbise eski!» dedim. Ebûbekir radıyallahu anh:
«−Diri, yeni elbise giymeye ölüden daha lâyıktır. Ölünün giydiği kefen ise kan ve irinle kirlenecektir.» dedi.
[h=2]HZ. EBUBEKİRİN MEZARI NEREDEDİR?[/h] Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh, salı akşamı (pazartesiyi salıya bağlayan akşam) vefât etti ve sabah olmadan defnedildi. (Buhârî, Cenâiz, 94)
2 sene 3 ay 10 günden beri hasretini çektiği Fahr-i Kâinât Efendimizin vuslatına nâil oldu. Allah ondan râzı olsun.
Resûlullah Efendimiz gibi 63 yaşında vefât etmişti. O gün tarih 22 Cemâziyelâhir 13 (23 Ağustos 634) idi.
Not: Hz. Ebubekirin kabri şerifi Ravza-i Mutahharada Peygamber Efendimiz ile Hz. Ömerin kabrinin arasında bulunmaktadır.
[h=2]HZ. EBUBEKİRİN SON SÖZLERİ[/h] Son sözleri şu âyet-i kerîmedeki niyâz olmuştu:
(Allâhım!) Canımı Müslüman olarak al ve beni sâlihler zümresine ilhâk eyle! (Yûsuf, 101)[35]
[h=2]HZ. EBUBEKİRİN HİKMETLİ SÖZLERİ[/h]
Cehâleti hilmine gâlip gelen kimsede;
Allah için yapacağı bir işte, ayıplayanın ayıplamasından korkan kimsede hayır yoktur.[36]
[/h]Hz. Ebûbekirin radıyallahu anh soyu, doğumu, Müslüman oluşu, hicreti, şahsiyet ve karakteri, firaseti, ibadet hayatı, infakı, merhameti, halifeliği, vefatı, hikmetli sözleri...
[h=2]HZ. EBUBEKİRİN HAYATI[/h] Hz. Ebûbekir radıyallahu anh, 573 senesinde Mekkede dünyaya teşrif etti. Hz. Ebûbekirin radıyallahu anh ismi Abdullahtır. Tertemiz nesebi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin altıncı batındaki dedesi Mürre bin Kâb ile birleşir. Efendimizden iki yaş küçüktür.
İslâmdan önceki 38 yıllık hayatında dahî içki kullanmamış, putlara tapmamış, dâimâ nezih ve örnek bir şahsiyet sergilemiştir. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, peygamberliğini îlân ettiğinde, hemen îmân etmiştir.
[h=3]Peygamberimizin En Sevgili Dostu[/h] Hz. Ebûbekir radıyallahu anh, Allah Teâlânın ve Onun en sevgili Resûlünün en sevgili dostudur.[1] Kurânî ifâde ile; İkinin İkincisidir.[2] Canıyla, malıyla ve âilesiyle Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin etrâfında âdeta pervâne olmuş, ömrünü ve bütün varlığını İslâmın muhâfazası ve neşri için vakfetmiştir.
Hz. Ebûbekir radıyallahu anh dîni idrâk etme hususunda son derece firâsetli, sır ve hikmetlere vuk¯ufiyette yüksek anlayış sahibi, nerede, ne zaman ve nasıl konuşacağını gâyet iyi bilen, yumuşak huylu ve çok cömert bir zât idi. Az konuşur; halîfeliği sırasında da kumandan ve vâlilerine az konuşmalarını tavsiye ederdi.
Âyet-i kerîmeleri ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin sözlerini en iyi o anlardı.[3] Zira ömrü boyunca Efendimizden hiç ayrılmamıştı. Bedenen ayrı kaldığı kısa zamanlarda bile kalben Onunla beraber olarak dâimî bir râbıta hâlinde bulunurdu.
[h=3]Cennete İlk Girecek Kişi[/h] Ashâb-ı kirâm, Ebûbekir Efendimizin kıymetini bilir; Onu kızdırırsak, Resûlullah gazaplanır, Resûlullah gazaplanınca da Cenâb-ı Hak gazap eder ve biz helâk oluruz! diye ona karşı çok dikkatli davranırlardı.[4] Efendimiz ona şu ebedî müjdeyi vermişlerdi:
Ey Ebûbekir! Ümmetimden Cennete ilk girecek kişi olman sana kâfî değil midir?! (Ebû Dâvûd, Sünnet, 8/4652)
[h=2]HZ. EBUBEKİR'İN ŞAHSİYETİ VE KARAKTERİ[/h] Hz. Ebûbekir radıyallahu anh fıtraten halim-selim olup, engin bir şefkat ve merhamete sahipti. Bununla birlikte vazife ve mesûliyet hususunda zerre kadar müsâmaha göstermezdi. Fikirlerindeki isâbeti, muâmelâtındaki doğruluk ve nezâketi, tecrübesinin genişliği, nefsine hâkimiyeti, hayırseverlik ve samimiyetiyle herkes tarafından çok sevilirdi. Sevimli, güler yüzlü, hoş-sohbet, muâmelesi ve ahlâkı güzel bir Allah ve Resûlullah dostu idi. İnsanlar onunla kolayca ülfet eder ve kendisine olan muhabbetleri gittikçe artardı. Câhiliye döneminde bile mütevâzı bir hâli vardı. Gâyet vakur, cömert ve âlicenap bir şahsiyet ve karaktere sahipti.[5]
Hayatında muazzam bir denge vardı. Her zaman büyük bir tevâzû ve mahviyet sergiledi, fakat aslâ zillet ve acziyet göstermedi. Dâimâ vakarlı oldu, fakat gurur ve kibre kapılmadı. Son derece affedici, müsâmahakâr, mülâyim ve yumuşak huylu yaşadı, fakat gerektiğinde de sert ve cesur olmasını bildi. Her hâliyle büyük bir muvâzene ve îtidâl numûnesiydi.
[h=2]HZ. EBUBEKİR'E NEDEN SIDDIK DENİLMİŞTİR?[/h] Fahr-i Kâinât sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, İsrâ ve Mîrac hâdisesini Kureyş müşriklerine haber vereceği zaman:
Ey Cebrâîl! Kavmim beni tasdîk etmez! dedi. Cebrâîl (a.s.):
Ebûbekir Seni tasdîk eder. O sıddîktır. buyurdu. (İbn-i Sad, I, 215)
Nitekim müşrikler, Mîraç hâdisesini duyduklarında, derhâl Hazret-i Ebûbekire koştular:
Arkadaşın, bir gece içinde Mescid-i Aksâya gittiğini, oradan da göklere çıkıp sabah olmadan tekrar Mekkeye geldiğini söylüyor. Bakalım buna ne diyeceksin? dediler. Hazret-i Ebûbekir:
O ne söylüyorsa doğrudur! Çünkü Onun yalan söylemesine imkân ve ihtimâl yoktur! Ben, Onun her getirdiğine peşinen inanırım... dedi. Müşrikler tekrar:
Sen Onu tasdîk ediyor ve bir gecede Beytül-Makdise gidip geldiğine inanıyor musun? dediler. Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh:
Evet! Bunda şaşılacak ne var? Vallâhi O bana, gece veya gündüzün herhangi bir vaktinde kendisine Allahtan haber geldiğini söylüyor da ben yine Onu tereddütsüz tasdîk ediyorum. dedi.
Daha sonra Ebûbekir radıyallahu anh, o sırada Kâbede bulunan Peygamber Efendimizin yanına gitti. Olanları bizzat Efendimizin mübârek fem-i saâdetlerinden dinledi ve:
Sadakte (doğru söyledin) yâ Resûlâllah!.. dedi. Allah Resûlü de, Onun bu tasdîkinden gâyet memnun kalarak cihânı aydınlatan tebessümüyle Hazret-i Ebûbekire:
Ey Ebûbekir! Sen «Sıddîk»sın!.. buyurdular. (İbn-i Hişâm, II, 5)
Hazret-i Sıddîkın Mîraç hâdisesinde sergilediği bu kalbî sarsılmazlık ve tereddütsüz bir şekilde Allah Resûlünü tasdîk edişi, ancak kalbinin kazandığı îman kuvvetiyle îzah olunabilir. Hazret-i Sıddîkın bu kalbî mukâvemetini ifâde sadedinde Hazret-i Ali ona:
Sen, şiddetli kasırgaların hareket ettiremediği ve şiddetli sarsıntıların yerinden oynatamadığı ulu bir dağ gibiydin! buyurmuştur.[6]
[h=2]İKİNİN İKİNCİSİ[/h] Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Hz. Ebûbekiri radıyallahu anh çok severdi. Her gün mutlakâ yanına uğrardı.[7] Ebûbekir de Allah Resûlünü görmeden huzur bulamazdı. Peygamber Efendimizin herhangi bir seriyye ile gönderdiği veya hac emîri tâyin ettiği günler hâriç, Ondan hiç ayrılmadı. Yani ömürleri beraber geçti.
Hz. Ayşe radıyallahu anha şöyle anlatır:
Resûlullah, Ebûbekirin evine her gün ya sabah ya da akşam muhakkak uğrardı. Ancak, Allâhın kendisine hicret için izin verdiği gün, hiç âdeti olmadığı hâlde, tam öğle saatinde bize geldi. Babam onu görünce:
«Resûlullah bu saatte gelmezdi. Mutlakâ mühim bir iş olmalı!» dedi.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem içeri girince, babam oturduğu yerden kalkıp yerini Ona verdi. Babamın yanında ben ve kızkardeşim Esmâ vardı. Resûlullah babama:
«Odadakileri dışarı çıkar, (mühim bir mesele konuşacağız)!» buyurdular. Babam:
«Ey Allâhın Resûlü, onlar benim kızlarımdır (bir zarar gelir diye endişelenmeyin). Anam-babam Sana fedâ olsun, bu mühim mesele nedir?» diye sordu. Resûlullah:
«Allah Teâlâ bana Mekkeden çıkarak hicret etmeme izin verdi.» buyurdular. Babam:
«Ey Allâhın Resûlü! Ben de Sana arkadaşlık edecek miyim?» dedi. Fahr-i Kâinât Efendimiz:
«Evet, beraberiz!» buyurdular.
Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh, sevincinden hüngür hüngür ağlamaya başladı. Vallâhi o güne kadar, bir kişinin sevinçten ağlayabileceğini hiç tahmin etmezdim. (İbn-i Hişâm, II, 97-98)
[h=3]Sevr Mağarası[/h] Hicret esnâsında Sevr Mağarasına doğru giderken Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh, Fahr-i Kâinât Efendimizin kâh önünde, kâh arkasında yürüyordu. Allah Resûlü:
Ey Ebûbekir, niçin böyle yapıyorsun? diye sordular. Hazret-i Ebûbekir:
Yâ Resûlâllah! Müşriklerin arkanızdan yetişebileceğini düşünüyor, arkadan yürüyorum; ileride pusu kurup bekleyebileceklerini düşünüyor, önünüzden yürüyorum! dedi.
Daha sonra Sevr Mağarasına ulaştılar. Ebûbekir radıyallahu anh:
Yâ Resûlâllah! Ben mağarayı temizleyinceye kadar, Siz burada bekleyin! dedi ve mağaraya girdi. Mağaranın içini temizledi. Eliyle yokluyor, bir delik bulduğunda hemen elbisesinden bir parça kesip orayı kapatıyordu. Bu minvâl üzere üst elbisesinin tamamını deliklere tıkadı, sadece bir delik kaldı. Ona da topuğunu koyduktan sonra:
Artık gelebilirsiniz ey Allâhın Resûlü! dedi.
Hz. Ebûbekirin üst kısmında elbise olmadığını fark eden Allah Resûlü:
Elbisen nerede, ey Ebûbekir? diye hayretle sordu.
Hz. Ebûbekir de yaptıklarını anlattı. Bu âlicenap davranış karşısında son derece duygulanan Allah Resûlü, mübârek ellerini kaldırarak Ebûbekir için duâ ettiler.[8]
Müşrikler, mağaraya yaklaşırlarken endişeye kapılan Hazret-i Ebûbekir Sıddîk, Resûlullah Efendimize:
Ben öldürülürsem, nihâyet bir tek kişiyim, ölür giderim. Fakat Sana bir şey olursa, o zaman bir ümmet helâk olur. diyordu.
Peygamber Efendimiz ayakta namaz kılıyor, Ebûbekir radıyallahu anh de gözcülük yapıyordu. Bir ara:
Mekkeliler Seni arayıp duruyorlar. Vallâhi ben kendim için endişelenmiyorum. Fakat Sana zarar vermelerinden korkuyorum. dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz ise:
Ey Ebûbekir! Mahzûn olma! Hiç şüphesiz Allah bizimle beraberdir! buyurdular. (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 223-224; Diyarbekrî, I, 328-329)
Hz. Ebûbekir orada dolaşıp duran müşriklerin ayaklarını görünce de:
«Ey Allâhın Resûlü! Eğer şunlardan biri eğilip aşağıya bakacak olursa mutlakâ bizi görür!» dedi. Resûlullah ise:
Üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne zannediyorsun, ey Ebûbekir?! buyurdular. (Buhârî, Tefsîr, 9/9; Müslim, Fedâilus-Sahâbe, 1)
Hazret-i Ömer radıyallahu anh, halîfeliği zamanında bâzılarının kendisini Hazret-i Ebûbekire radıyallahu anh üstün tutar biçimde konuştuklarını işitmişti. Bu duruma çok kızdı. Daha sonra, çileli hicret günleri gözünde canlandı. Resûlullah ile Hazret-i Ebûbekirin Sevr Mağarasında birlikte geçirdikleri geceyi hatırlattı ve büyük bir hasret içinde şöyle dedi:
−Vallâhi, Hazret-i Ebûbekirin o gecesi, Ömerin bütün âilesinden daha hayırlıdır!.. (Hâkim, III, 7/4268)
[h=3]Üçüncüleri Allah Olan İkinin İkincisi[/h] İşte Hz. Ebûbekir radıyallahu anh, nice ilâhî esrar tecellîlerinin yaşandığı bu ulvî yolculuğun Sevr Mağarası safhasında, üç gün üç gece boyunca Efendimizin sadrından pek çok sır ve hikmet devşirdi. O husûsî yakınlığın yüksek fazîletine ve Allah Resûlü ile müstesnâ bir rûhî alışverişin büyük şerefine mazhar oldu. İlâhî esrâra gark olarak kalbi inkişâf ettirme dergâhı hâline gelen o mübârek mağarada, üçüncüleri Allah olan ikinin ikincisi pâyesine erdi. Resûlullah Efendimiz, bu azîz arkadaşına; ...Mahzûn olma, Allah bizimledir!..[9] buyurdular. Böylece maiyyet sırrını, yani gönlün Allah ile beraberlik neticesinde ulaşacağı huzûr hâlinin keyfiyetini telkîn ettiler.
[h=2]ALTIN SİLSİLENİN İLK HALKASI[/h] Daha önce de ifâde edildiği üzere bu hâli ârifler, hafî/gizli zikir tâliminin başlangıcı ve gönülleri Allah ile itminâna/huzûra erdirecek mânevî telkinlerin en mühim tezâhürlerinden biri olarak değerlendirmişlerdir. Bunun içindir ki, bu nebevî tâlim ve telkinlerin ilk tâlihli muhâtabı olan Hazret-i Sıddîk, -inşâallah- ucu kıyâmete kadar devam edecek olan Altın Silsilenin, Peygamber Efendimizden sonraki ilk halkası olarak telâkkî edilmiştir.
Buradan şunu da anlıyoruz ki, bütün ulvî yolculuklarda maksat; Allah ve Resûlüne olan muhabbet, fedâkârlık ve hizmet nisbetinde hâsıl olur. Çünkü muhabbetin şartı, sevilen kişinin sevdiği şeyleri de sevmektir. Bu, sevilenin hâliyle hâllenip onunla aynîleşme yolunda mühim bir adımdır ki, Hazret-i Ebûbekirin hayatı da bu hâlin sayısız misalleriyle doludur. Resûlullah ona şöyle buyurmuşlardır:
Sen, Cennetteki Kevser Havuzunun başında ve mağarada benim arkadaşımsın! (Tirmizî, Menâkıb, 16/3670)
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin konuşmalarında sık sık Hazret-i Ebûbekir ve Hazret-i Ömerin isimleri geçerdi. Efendimiz, birlikte bâzı işler yaptıklarını, beraberce bir yere gidip geldiklerini ifâde ederdi. İnsanların inanmakta zorlandıkları bâzı hârikulâde hâdiselerden bahsedince; Buna ben inanırım, Ebûbekir ve Ömer de inanır. buyururlardı. Bu da gösteriyor ki, onlar birbirlerinden hiç ayrılmıyor, devamlı beraber bulunuyorlardı. (Buhârî, Ashâbun-Nebî, 6, 8; Ahmed, I, 109, 112)
Hazret-i Ömer şöyle der:
Resûlullah, Müslümanların meseleleri hakkında Ebûbekir (r.a.) ile gece geç vakitlere kadar konuşurlardı, ben de onlarla beraber olurdum. (Tirmizî, Salât, 12/169)
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir gün Mescide girmişti. Bir tarafında Hazret-i Ebûbekir diğer tarafında da Hazret-i Ömer vardı. Efendimiz onların ellerini tutmuş, şöyle buyuruyordu:
Kıyâmet günü biz böyle diriltileceğiz. (Tirmizî, Menâkıb, 16/3669)
[h=2]EBUBEKİR BENDENDİR, BEN DE ONDANIM[/h] Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh, yüksek sadâkat, teslîmiyet, aşk ve muhabbetiyle Allah Resûlünde fânî olmuştu. Onunla kalbî râbıtayı en üst seviyede yaşamıştı. Son nefesine kadar ilâhî aşk yangını içinde benliğinden geçmiş, yalnızca Allah Resûlünün varlığında hayat bulmuştu. Bu itibarla Resûlullah Efendimizle her buluşma vaktinde ve sohbetinde apayrı bir vecd ve istiğrak hâli yaşardı. Allah Resûlünün huzurlarındayken bile Ona olan muhabbet ve hasreti teskîn olacağı yerde daha da ziyâdeleşirdi. Onunla âdeta aynîleşmişti. Efendimiz de bu aynîleşme ve muhabbet sebebiyle:
Ebûbekir bendendir, ben de ondanım. Ebûbekir dünyada ve âhirette kardeşimdir.[10] buyurmuşlar, böylece mânâ âlemindeki beraberliklerini ve kalpleri arasındaki müstesnâ irtibâtı ifâde etmişlerdir.
Fakat bu aynîleşme hâli, nice fedâkârlıklar ve büyük bedeller karşılığında gerçekleşmiştir. Zira insan en ağır bedeli, muhabbeti uğrunda öder. Bu fânî âlemde ödenen en ağır bedel ise, ilâhî muhabbetin bedelidir.
Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh de, Allah ve Resûlü ile dostluğun ulvî lezzetine gark olmak için; Allah ve Resûlullah muhabbetinin bütün bedellerini hiç tereddüt etmeden ödeyebilmenin gayret ve heyecanı içinde bir hayat yaşamıştır.
Nitekim bir gün Hz. Ebûbekir radıyallahu anh, Kâbede insanları Allâha ve Resûlüne îmân etmeye çağırmıştı. Buna öfkelenen müşrikler, Hz. Ebûbekirle müminlerin üzerine yürüyüp onları şiddetle dövmeye başladılar. Hele fâsık Utbe, Hz. Ebûbekirin üzerine çıkıp çiğnedi, yüzünü demir tabanlı ayakkabılarıyla tekmeledi. Hz. Ebûbekirin her tarafı kan revân içinde kaldı. Kabîlesi Teymoğulları, Hz. Ebûbekiri müşriklerin elinden zorla kurtarıp baygın bir hâlde evine götürdüler. Öleceğinden korkuyorlardı.
Hz. Ebûbekir radıyallahu anh, ancak akşama doğru kendine gelebildi ve ilk olarak binbir zahmetle:
Resûlullah nasıl, iyi mi? diye sordu. Annesi Ümmül-Hayr sürekli:
−Bir şeyler yiyip-içsen! diye ısrar ediyor, Hz. Ebûbekir ise, sanki onu hiç duymuyormuş gibi:
−Resûlullah ne yapıyor, ne hâldedir? diye sorup duruyordu. Gece olunca, binbir güçlükle ve gizlice Dârul-Erkāma gidip Resûlullahı görünceye kadar hiçbir şey yiyip içmedi. Peygamber Efendimizi görünce de hemen dizlerine kapanıp:
−Anam-babam Sana fedâ olsun yâ Resûlâllah! Benim hiçbir sıkıntım yok. O habis fâsık beni biraz hırpaladı, o kadar! dedi.[11]
[h=3]Hz. Ebûbekirin Babasının Müslüman Olması[/h] Hz. Ebûbekirin radıyallahu anh şu hâli de onun fenâ fir-Rasûl makâmında nasıl da zirveleştiğini, ne güzel ifâde etmektedir:
O, Mekke Fethinde, gözleri görmeyen ihtiyar babasını Müslüman olmak üzere Allah Resûlünün huzûruna getirmişti. Resûl-i Ekrem Efendimiz:
Ebûbekir! İhtiyar babanı niye buraya kadar yordun? Biz onun yanına gidebilirdik. buyurdular. Hazret-i Ebûbekir ise:
Onun size gelmesi daha münâsiptir. Bir de Allah Teâlânın bu vesîleyle babama sevap vermesini istedim. dedi.
Ebû Kuhâfe radıyallahu anh, beyat etmek üzere elini Fahr-i Kâinât Efendimizin mübârek eline uzatınca, Ebûbekir radıyallahu anh duygulanıp ağlamaya başladı. Resûlullah, hayretle niçin ağladığını sorunca da şu müthiş cevâbı verdi:
Yâ Resûlâllah! Sana beyat etmek üzere uzanan şu el, babamın değil de, amcan Ebû Tâlibin eli olsaydı da, bu vesîleyle Allah Teâlâ benim yerime Seni sevindirseydi! Çünkü Sen, onu çok seviyor ve îmân etmesini çok istiyordun (Bkz. Heysemî, VI, 173-174; İbn-i Sad, V, 451)
Hz. Ebûbekir radıyallahu anh her zaman:
Vallâhi Resûlullah Efendimizin yakınlarını kollayıp gözetmek, benim için kendi yakınlarımı kollamaktan daha sevimlidir. derdi. (Buhârî, Ashâbun-Nebî 12, Meğâzî 14)
Bir defasında da Resûlullah Efendimiz:
Ebûbekirin malından istifâde ettiğim kadar başka hiç kimsenin malından faydalanmadım... buyurmuştu. Ebûbekir radıyallahu anh ise bu iltifatkâr sözden âdeta bir gayrılık mânâsı çıkararak gözyaşları içinde:
Ben de, malım da, hepsi Size âit değil mi yâ Resûlâllah?! dedi. (İbn-i Mâce, Mukaddime, 11; Ahmed, II, 253)
Bu sûretle kendisini bütün varlığıyla Peygamber Efendimize adadığını ve Onda fânî olduğunu ifâde etti.
[h=2]NEBEVÎ ESRÂRIN EN YAKIN MAHREMİ[/h] Hz. Ebûbekir radıyallahu anh, gönlünü, Resûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin kalp âlemini yansıtan berrak bir ayna hâline getirmişti. Bu itibarla o, Peygamber Efendimizde fânî olmanın en müşahhas numûnesi oldu. Bu fânî oluş sâyesinde de, Fahr-i Kâinât Efendimize âit her şey, onun kalbinde çok derin bir mânâ kazandı. Öyle ki Ebûbekir radıyallahu anh, Allâhın âyetlerini, Resûlullah Efendimizin sözlerini ve hâdiselerin hikmetini idrâk etme hususunda ashâbın en önde geleni oldu. Hiç kimsenin kavrayamadığı nice nebevî nükteleri, üstün bir firâset ve basîretle sezdi. Nitekim Vedâ Haccında:
Bugün size dîninizi ikmâl ettim; üzerinize olan nîmetimi tamamladım ve sizin için dîn olarak İslâmı seçtim... (el-Mâide, 3) âyeti nâzil olmuştu. Herkes, dînin tamamlanmasına sevindi. Fakat Hazret-i Ebûbekir, yüksek firâsetiyle bundan, Allah Teâlânın pek yakında Sevgili Resûlünü ebediyyet âlemine dâvet buyuracağı hakîkatini sezdi. Gönlüne düşen ayrılık ateşinin ıztırâbıyla hüzne gark oldu.
[h=3]Hz. Ebûbekirin Namaz Kıldırması[/h] Hz. Ebûbekirin radıyallahu anh bu ince kavrayışını gösteren misallerden biri de şudur:
Allah Resûlü son günlerinde hastalığının ağırlığı sebebiyle mescide çıkamamıştı. Cemaate namaz kıldırması için de Hz. Ebûbekiri radıyallahu anh imam tâyin etmişti. Fakat bir ara kendisini iyi hissederek mescide çıktı. Ashâb-ı kirâma bâzı nasihatlerde bulunduktan sonra:
−Şânı yüce olan Allah, bir kulunu, dünya ile kendi katındaki nîmetler arasında serbest bıraktı. O kul da Allah katındakini tercih etti!.. buyurdu.
Bu sözler üzerine Hz. Ebûbekirin radıyallahu anh hassas ve rakik kalbi mahzunlaştı, ardından da sıcak gözyaşları dökmeye başladı. Zira Hazret-i Peygamberin kendilerine bir nevî vedâ hitâbında bulunduğunu hissetmişti. Çünkü o, nebevî esrârın en yakın mahremiydi. Ayrılıktan inleyen bir ney gibi feryâda başladı. Hıçkıra hıçkıra:
Anam, babam Sana fedâ olsun yâ Resûlâllah! Sana babalarımızı, analarımızı, canlarımızı, mallarımızı ve evlâtlarımızı fedâ ederiz!.. dedi. (Ahmed, III, 91)
Cemaat içinde Ondan başka hiç kimse, Hz. Peygamberin derin hissiyâtını ve dünyaya vedâ hâlinde olduğunu kavrayamamıştı. Hattâ ashâb, Hz. Ebûbekirin ağlamasına bir mânâ verememiş, büyük bir hayretle birbirlerine:
Resûlullah, Rabbine kavuşmayı tercih eden sâlih kişiden bahsederken şu ihtiyarın ağlaması, doğrusu şaşılacak şey!.. dediler. (Buhârî, Salât, 80)
Çünkü dünya veya Allah katındakileri tercih hususunda serbest bırakılan sâlih kulun, Hz. Peygamber olduğunu akıllarına bile getirmemişler ve Hz. Ebûbekirin sezdiği gerçeği sezememişlerdi. Bu esnâda Resûlullah, hem Hz. Ebûbekirin mahzun gönlünü tesellî hem de ashâbına onun değerini beyan için sözlerine şöyle devam etti:
Bize iyiliği dokunan herkese bunun karşılığını aynıyla veya fazlasıyla ödemişizdir. Ancak Ebûbekir müstesnâ!.. Onun o kadar iyiliği olmuştur ki, karşılığını kıyâmet günü Allah verecektir.
Sohbetiyle olsun, malıyla olsun bana en fazla ikramda bulunan, Ebû Bekirdir. Eğer ben, Rabbimden başkasını dost edinecek olsaydım, mutlakâ Ebûbekiri dost (halîl) edinirdim. Fakat İslâm kardeşliği daha üstündür.[12]
[h=3]Açık Bırakılan Tek Kapı[/h] Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, dâr-ı bekāya irtihâlinden birkaç gün evvel de:
Mescide açılan bütün (husûsî) kapılar kapansın, sadece Ebûbekirin kapısı açık kalsın![13] Zira ben, Ebûbekirin kapısının üzerinde nur görüyorum...[14] buyurdular.
Böylece bütün kapılar kapatıldı, sadece Ebûbekirin radıyallahu anh kapısı açık kaldı. İşârî mânâda bu demektir ki, Allah Resûlüne sallallahu aleyhi ve sellem husûsî yakınlık kapısı, Ona, Hazret-i Sıddîk misâli tam bir sadâkat, teslîmiyet, itaat, fedâkârlık, dostluk ve muhabbet ile açılabilir.
[h=2]HZ. EBUBEKİRİN İNFAKI[/h] Ashâbın en zenginlerinden olan Hz. Ebûbekir radıyallahu anh, Allah Resûlünde sallallahu aleyhi ve sellem fânî olunca, canını ve malını cömertçe Onun yolunda fedâ etmişti. Fahr-i Kâinât Efendimize peygamberlik geldiğinde, Hz. Ebûbekirin 40 bin dirhemlik bir serveti vardı. Malının büyük bir kısmını İslâm uğrunda infâk etti. Müslüman olan köleleri âzâd ediyor, müminlere her türlü desteği sağlıyordu. En son kalan 5 bin dirhemi de hicret esnâsında yanına alarak yola çıktı ve Medîne-i Münevverede Allah için infâk etmeye devam etti.[15]
Babası Ebû Kuhâfe bir gün:
Oğlum, sen hep zayıf ve güçsüz köleleri satın alıp âzâd ediyorsun. Madem köle âzâd edeceksin, şöyle güçlü-kuvvetli köleler satın al da, tehlike ve kötülüklere karşı önünde durup seni korusunlar. demişti.
Hz. Ebûbekir radıyallahu anh ise:
Babacığım, benim böyle davranmakta yegâne maksadım; Allâhın rızâsını kazanmaktır. Ben onları âzâd etmekle ancak Allah katındaki mükâfâtı istiyorum. cevâbını verdi.[16]
Yine Hz. Ebûbekir, birçok defa servetinin tamamını Resûlullah Efendimize getirip Allah yolunda kâbına varılmaz bir infak örneği sergilemişti. Efendimizin:
Âilene ne bıraktın ey Ebûbekir? suâline de:
Onlara Allah ve Resûlünü bıraktım. karşılığını verdi. (Ebû Dâvûd, Zekât, 40/1678; Tirmizî, Menâkıb, 16/3675)
[h=3]Hz. Ebûbekirin Her Şeyini Allah Yolunda Harcaması[/h] Hâlbuki Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, ashâbından hiçbirinin malını tamamıyla infâk etmesine izin vermezdi. Bu hususta yalnızca Hz. Ebûbekiri radıyallahu anh istisnâ tutar, bir tek ona müsâade buyururdu. Zira bütün malı-mülkü infâk ettikten sonra yaşanabilecek fakr u zaruret içinde, nefs ve şeytanın iğvâsıyla, gönüllerde bir pişmanlık peydâ olması muhtemeldir. Böyle bir pişmanlık ise, yapılan hayır-hasenâtın fazîletini giderip ecrini zâyî eder. Fakat Hazret-i Sıddîkın rızâ, teslîmiyet, ihlâs ve takvâ zirvesindeki gönül âlemi, Allah ve Resûlünün muhabbetiyle perçinlenmiş, aslâ sarsılmaz bir îman kalesi hâlindeydi. Bu sebeple Allah ve Resûlünün hoşnutluğu, ona bütün dünyevî sıkıntıları unutturmuştu. Hattâ bu zahmet ve meşakkatler onun gönlünde târifsiz bir lezzet vesîlesi hâline gelmişti.
[h=2]HZ. EBUBEKİRİN İBADET AŞKI[/h] Müşrikler, Hz. Ebûbekirin Kâbede ibadet etmesine müsâade etmedikleri için, o da evinin önünde bir namazgâh edinmişti. Orada namaz kılıp Kurân okumaya başladı. Rikkat-i kalbiyye sahibi, yufka yürekli bir zât olduğu için, Kurân-ı Kerîmi okurken hüzünlenir, gözyaşlarına mânî olamazdı. O, Kurân-ı Kerîmi böyle derin bir vecd içinde okurken müşriklerin çocukları ve kadınları, etrâfında toplanıp hayran hayran dinlemeye başladılar. Bu hâl, Kureyş müşriklerini korkuttu. Buna mânî olmak için uğraştılar. Ebûbekir radıyallahu anh ise Allâhın himâyesine sığınarak ibadetlerine devam etti.[17]
Bütün Hak âşıkları gibi Ebûbekir Efendimizin gönlünde de bilhassa seher vakitlerinde yapılan ibadetlerin pek müstesnâ bir değeri vardı. Şu hâdise, onun gece ibadetlerine olan düşkünlüğünün, ne kadar da bâriz bir işaretidir:
Bir ara Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, sekiz veya dokuz gece, yatsı namazını gecenin üçte birine kadar tehir etmişti. Ebûbekir:
Yâ Resûlâllah! Yatsıyı biraz erken kıldırsanız da gece ibadetine daha kolay kalkabilsek. dedi. Peygamber Efendimiz bundan sonra yatsıyı erken kıldırdı. (Ahmed, V, 47)
Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz:
Allah yolunda çift sadaka veren kimse, Cennetin muhtelif kapılarından; «Ey Allâhın sevgili kulu! Buraya gel, burada hayır ve bereket vardır.» diye çağrılır. Sürekli namaz kılanlar namaz kapısından, mücâhidler cihad kapısından, oruçlular Reyyân kapısından, sadaka vermeyi sevenler de sadaka kapısından Cennete dâvet edilirler. buyurmuşlardı. Ebûbekir (r.a.):
Anam-babam Sana fedâ olsun ey Allâhın Resûlü! Gerçi bu kapıların birinden çağrılan kimsenin diğer kapılardan çağrılmaya ihtiyacı yoktur; lâkin bu kapıların hepsinden birden çağrılacak kimseler de var mıdır? diye sordu. Resûlullah:
Evet, vardır. Senin de o bahtiyarlardan olacağını ümid ederim. buyurdular. (Buhârî, Savm 4, Ashâbun-Nebî 5; Müslim, Zekât 85, 86)
Yine bir gün Allah Resûlü, yanındaki sahâbîlere:
İçinizde bugün kim oruçludur?
−Bugün kim bir cenâze namazına iştirâk etti?
Bugün kim bir yoksulu doyurdu?
Bugün bir hasta ziyaretinde bulunanınız var mı? diye sualler sormuştu. Bunların hepsine de Ebûbekir (r.a.) müsbet cevap verdi. Bunun üzerine Allah Resûlü şöyle buyurdular:
Kim bu sâlih amelleri bir araya getirirse, o mutlakâ Cennete girer. (Müslim, Fedâilus-Sahâbe, 12)
[h=3]Peygamberimizin Hz. Ebûbekire Öğrettiği Dua[/h] Hz. Ebûbekir bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize:
Yâ Resûlâllah! Bana bir duâ öğretiniz de onu namazımda okuyayım! dedi.
Allah Resûlü de ona, Şöyle duâ et! buyurdular:
Allâhım! Ben kendime çok zulmettim. Günahları bağışlayacak ise yalnız Sensin. Öyleyse tükenmez lûtfunla beni bağışla, bana merhamet et. Çünkü affı sonsuz, merhameti nihâyetsiz olan, yalnız Sensin! (Buhârî, Ezân 149, Deavât 17, Tevhîd 9; Müslim, Zikir 48)
Yine Ebûbekir Sıddîk radıyallahu anh bir gün Resûlullah Efendimize:
Yâ Resûlâllah! Bana bâzı mübârek kelimeler öğretseniz de onları sabah-akşam okusam! dedi. Allah Resûlü de:
«Gökleri ve yeri, görünen ve görünmeyen âlemleri yaratan Allâhım! Ey her şeyin Rabbi ve sahibi! Senden başka ilâh bulunmadığına kesinlikle şehâdet ederim. Nefsimin şerrinden, şeytanın şerrinden, onun Allâha şirk koşmaya dâvet etmesinden Sana sığınırım.» diye duâ et ve bunu sabahleyin, akşamleyin ve yatağa yattığın zaman söyle. buyurdular. (Ebû Dâvûd, Edeb, 100-101/5067; Tirmizî, Deavât, 14/3392)
[h=2]HZ. EBUBEKİRİN HELÂL LOKMA HASSÂSİYETİ[/h] Ebûbekir Sıddîkın radıyallahu anh bir kölesi vardı. Bu köle kazancının belli bir kısmını ona verir, o da bundan yerdi. Yine bir gün köle, kazandığı bir şeyi getirdi. Hazret-i Ebûbekir de ondan bir lokma aldı. Bunun üzerine köle:
Her akşam bana kazancımın mâhiyetini sorardın, bu akşam sormadın. dedi. Hazret-i Ebûbekir:
Çok açtım, sormayı unuttum, peki söyle bakalım nasıl kazandın? diyerek açıklamasını istedi. Köle:
Falcılıktan anlamadığım hâlde câhiliye devrinde falcılık yaparak bir adamı aldatmıştım. Bugün onunla karşılaştık. Adam o yaptığım işe karşılık size ikram ettiğim bu yiyeceği verdi. deyince Hazret-i Ebûbekir, derhâl parmağını boğazına götürüp (bütün eziyetine rağmen) yediklerinin hepsini çıkardı ve:
Yazıklar olsun sana! Neredeyse beni helâk ediyordun! dedi. Kendisine:
Bir lokma için bu kadar eziyete değer miydi? diyenlere de şu cevâbı verdi:
Canımın çıkacağını bilseydim, yine de o lokmayı çıkarırdım. Zira Resûlullah:
«Haramla beslenen vücudun müstahak olduğu yer, cehennemdir!» buyurdular.[18]
Bu hâdise üzerine şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu:
Kim Rabbinin makâmında durup hesap vermekten korkar da nefsini hevâ ve heveslerden alıkoyarsa, şüphesiz onun varacağı yer cennettir. (en-Nâziât, 40-41)[19]
[h=2]HZ. EBUBEKİRİN HİLAFETİ[/h] Hazret-i Ebûbekir ile Ömer radıyallahu anh, Peygamber Efendimizin gözü ve kulağı mesâbesindeydiler.[20] Resûlullah onlar hakkında:
Benden sonra Ebûbekir ve Ömere tâbî olunuz! buyurmuşlardı. (Tirmizî, Menâkıb, 16/3662)
Bir kadın, Peygamber Efendimize gelip bir meselesini arz etmişti. Allah Resûlü de ona bâzı tavsiyelerde bulunmuş, bunları yaptıktan sonra tekrar kendisine gelmesini söylemişti. Kadın:
Ey Allâhın Resûlü, geldiğimde Sizi bulamazsam ne yapayım? diye sordu. Bu sözüyle Efendimizin vefâtını kastediyordu. Resûlullah:
Beni bulamazsan Ebûbekire git! buyurdular. (Buhârî, Ashâbun-Nebî, 5; Müslim, Fedâilus-Sahâbe, 10; Tirmizî, Menâkıb, 16/3676)
Kâsım bin Muhammed Hazretlerinin naklettiğine göre, Allah Resûlü son günlerinde Hazret-i Ayşe vâlidemize, şiddetli ağrılarından bahsederek şöyle buyurdular:
Ebûbekire ve oğluna haber gönderip halîfeliği Ebûbekire vasiyet etmeyi düşündüm. Böylece bâzılarının halîfelik hakkındaki dedikodularını ve bu hususta arzusu olanların temennîlerini kesmek istedim. Fakat sonra; «Allah Teâlâ, halîfeliği hak etmeyen birine vermez; müminler de halîfeliğe lâyık olmayan birini ondan uzak tutarlar. Veya Allah Teâlâ, lâyık olmayan kişiyi hilâfetten uzaklaştırır, müminler de hak etmeyen kişiyi o makâma seçmezler.» diye düşünüp bundan vazgeçtim. (Buhârî, Merdâ 16, Ahkâm 51; Müslim, Fedâilus-Sahâbe 11)
Bütün bunlar, Hazret-i Ebûbekirin radıyallahu anh hilâfeti hususunda tartışmaya mahal bırakmayacak derecede açık hükümler ve katî delillerdir.
[h=3]Hz. Ebûbekirin Hutbesi[/h] Resûlullah Efendimiz vefât ettiğinde, Ensâr ve Muhâcirler, Sakîfede Hazret-i Ebûbekire radıyallahu anh beyat ettiler. Bir gün sonra umûmî bir beyat daha oldu ve Peygamberlerden sonra insanlığın en hayırlısı olan Hazret-i Sıddîk insanlara şöyle hitâb etti:
Ey insanlar! En sâlihiniz olmadığım hâlde sizin başınıza halîfe seçilmiş bulunuyorum. Şayet vazifemi hakkıyla yaparsam bana yardım ediniz! Yanlış hareket edersem beni îkâz ediniz! Doğruluk, emin bir şahsiyet olmanın göstergesidir. Yalan ise hıyânettir. Zayıf olanınız hakkını alıncaya kadar benim yanımda en güçlünüzdür. Güçlü olanınız da kendisinden hak sahibinin hakkını alıncaya kadar benim nazarımda en zayıfınızdır.
Bir millet Allah yolunda cihâdı terk ederse zillete dûçâr olur. İnsanlar arasında kötülük yayılırsa Allah o millete umûmî bir belâ verir. Allâha ve Rasûlüne itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz! Şayet Allâha ve Resûlünün emirlerine riâyette kusur gösterirsem bana itaat etmeniz söz konusu olamaz. Haydi, namazımızı kılalım, Allâhın rahmeti üzerinize olsun.[21]
Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh daha sonraki bir hutbesinde de şöyle buyurdu:
Vallâhi benim hiçbir gün ve gecede kesinlikle idâreciliğe arzu ve rağbetim olmadı! Allah Teâlâdan ne gizlice ne de açıktan böyle bir şey istemedim! Lâkin insanların başıboş kaldığı o ortamda fitne çıkmasından korktum. (Mesûliyet endişesiyle vazifeyi kabûl ettim.) Yoksa idârecilikte benim için rahat yoktur. Boynuma öyle büyük bir iş yüklendi ki, Allah Teâlânın yardımı olmadan onu yapacak ne gücüm var ne de imkânım! Şu anda benim yerimde, idârecilik hususunda insanların en kuvvetlisinin bulunmasını ne kadar isterdim!
Muhâcirler Hazret-i Ebûbekirin radıyallahu anh bu samimî sözlerini gönülden kabûllendiler. Hazret-i Ali ile Zübeyr de yeni halîfeyi takdir ederek şöyle buyurdular:
Hazret-i Ebûbekir, Resûlullah Efendimizden sonra bu işe insanların en fazla hak sahibi olanıdır. Zira o, Efendimizin hicret esnâsında gizlendiği mağaradaki yegâne arkadaşıdır. Cenâb-ı Hak Kurân-ı Kerîmde kendisinden «ikinin ikincisi» diye bahsetmiştir. Biz onun şerefini, büyüklüğünü biliyoruz. Resûlullah hayattayken ona, imamlığa geçip insanlara namaz kıldırmasını emretmiştir.[22]
Resûlullah Efendimizin vefâtından bir ay sonraki bir hutbesinde ise Ebûbekir (r.a.) şöyle buyurdu:
Arzu etmediğim hâlde hilâfet vazifesine getirildim. Vallâhi, benim yerime bir başkasının bu vazifeyi üzerine almasını ne kadar isterdim! Dikkat edin! Benden, size Resûlullah gibi davranmamı beklerseniz, buna gücüm yetmez! Zira O, Cenâb-ı Hakkın kendisine vahiy ikram ettiği ve yanlışlardan mâsum kıldığı bir zât idi. Ben ise sizin gibi bir insanım, herhangi birinizden daha hayırlı da değilim. Beni murâkabe/kontrol edin, istikâmet üzere olursam bana tâbî olun, ayağım kayarsa beni düzeltin!..[23]
Bu ifâdeler, Resûlullah Efendimizin güzel ahlâkının Hazret-i Ebûbekirdeki akisleridir. Onun ne kadar mütevâzı ve Sünnet-i Seniyyeye bağlı bir Allah ve Resûlullah dostu olduğunun en bâriz göstergesidir.
[h=3]Hz. Ebûbekirin Yardımcıları[/h] Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh halîfe olunca, ashâb-ı kirâmdan kendisine yardımcı olmalarını taleb etti. Ebû Ubeyde (r.a.) Beytülmâl işlerine yardımcı oldu, Hazret-i Ömer kadılık vazifesini üstlendi. Ashâb-ı kirâm, Resûlullah Efendimizin terbiyesiyle insanlığın en fazîletli toplumu hâline gelmişti. Bu sebeple, bir sene geçerdi de iki kişi bir dâvâ için mahkemeye gelmezdi. Hazret-i Ali de Ebûbekir Efendimize kâtiplik ve müşâvirlik yaptı.[24] Devamlı Halîfenin meclisinde bulunarak ümmet-i Muhammedin nizam ve âsâyişini teminde ona yardımcı ve müsteşar oldu.[25]
[h=3]Sahte Peygamberler ve Ridde Olayları[/h] Peygamber Efendimizin en samimî dostu, yâr-ı ğârı (mağara arkadaşı), kayınpederi, veziri, müsteşarı ve ilk halîfesi olan Hazret-i Sıddîk, hilâfeti döneminde -Allâhın lûtfuyla- çok büyük gâilelerin üstesinden geldi. Bilhassa, Peygamber Efendimizin vefâtından sonra baş gösteren ridde/dinden dönme isyanlarını fevkalâde bir dirâyetle bastırdı. Böylece İslâm devletinin dağılmasını engellediği gibi, fetihlerin artarak devâmını da sağlamış oldu.
Hazret-i Sıddîk, dînin hükümlerinden hiçbir şekilde tâviz vermedi, İslâmın sebatkâr bir müdâfii oldu. Yine Allah Rasûlü rin vefâtından sonra ortaya çıkan zekât mükellefiyetini reddetme hareketlerine karşı da büyük bir kararlılıkla mukāvemet gösterdi ve:
Şayet zekât mallarından küçücük bir ip parçasını bile benden saklayıp onu vermezlerse onlara savaş açarım!.. dedi. Böylece fitnenin büyümesine mânî oldu ve dîni tahrîfe sebep olacak bütün kapıları kapattı. Onun bu kararlı ve cesur tavrına, adâlet ve celâdet âbidesi Hazret-i Ömer bile gıpta etmiş ve hayran kalmıştır.[26]
Kurân-ı Kerîm de Hazret-i Ebûbekirin hilâfeti döneminde; daha önce yazılı olduğu hurma yapraklarından, yassı taşlardan, ince levhalardan ve hâfızların ezberlerinden büyük bir titizlikle toplanarak aynen Allah Rasûlüne nâzil olduğu şekliyle bir mushaf hâlinde bir araya getirildi. Böylece dînî hususlarda çıkması muhtemel pek çok fitnenin önü alınmış oldu.
Velhâsıl Ebûbekir radıyallahu anh ümmet-i Muhammedin Kurân ve Sünnet istikâmetinde ilerlemesi, birlik ve beraberlik içinde yükselmesi için fevkalâde gayret göstererek pek mühim hizmetlere imza attı. Onun sadece 2 sene 3 ay süren hilâfeti, bütün bir İslâm tarihi için, vakti kısa, fakat gölgesi uzun ikindi zamanı gibi feyizli ve bereketli bir dönem oldu.
[h=2]HZ. EBUBEKİRİN TEVÂZUU, MERHAMETİ VE AFFEDİCİLİĞİ[/h] Hazret-i Ebûbekir halîfeliği döneminde de, önceki mütevâzı ve zâhidâne hayatına devam etti. Daha evvel çevresindeki yetim kızların koyunlarını sağıverir, ihtiyaçlarını karşılardı. Halîfe olduktan sonra komşuları, artık onun meşgalelerinin artacağını, belki hayat şartlarının değişeceğini, artık bu hizmetleri göremeyeceğini düşünmüşlerdi. Ancak değişen bir şey olmadı. O, aynı mütevâzı hâliyle yetimlerin koyunlarını sağmaya ve ihtiyaçlarını bizzat karşılamaya devam etti.[27]
Cenâb-ı Hak böylesine güzel bir ahlâka sahip olan kullarını medhederek şöyle buyurur:
Rahmânın (rahmetinin tecellî ettiği has) kulları, yeryüzünde tevâzû ve vakar ile yürürler (el-Furkân, 63)
Resûlullah şöyle buyurmuşlardır:
Ümmetim içinde ümmetime karşı en merhametli olan kişi, Ebûbekirdir (Tirmizî, Menâkıb, 32/3790-3791)
Hazret-i Sıddîk, kalbindeki yumuşaklık, lûtuf, şefkat ve merhameti sebebiyle Evvâh lâkabıyla da anılırdı.[28]
Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ashâb-ı kirâmın arasında otururken, bir kişi gelip Hazret-i Ebûbekire hakaret ederek onu üzdü. Ancak Ebûbekir radıyallahu anh sükût edip cevap vermedi. O kimse ikinci defa aynı şekilde hakaret ederek eziyet verdi. Ebûbekir radıyallahu anh yine sükût etti. Adam üçüncü sefer de hakaret edince, Hazret-i Ebûbekir ona hak ettiği cevâbı verdi. Bunun üzerine Allah Resûlü hemen kalkıp yürüdü. Hazret-i Ebûbekir de hemen ardından yetişerek:
Ey Allâhın Resûlü, yoksa bana darıldınız mı? dedi. Allah Resûlü:
Hayır, darılmadım. Semâdan bir melek inmiş, o kimsenin sana söylediklerini yalanlıyor, senin adına ona cevap veriyordu. Sen karşılık verip intikamını alınca melek gitti, onun yerine şeytan geldi. Bir yere şeytan gelince ben orada durmam! buyurdular. (Ebû Dâvûd, Edeb, 41/4896)
[h=2]HEP ÂHİRETİ TERCİH ETMESİ[/h] Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh şöyle buyurmuştur:
İnsanları iki kısım gördüm. Kimisi dünyayı ister, kimisi âhireti ister. Ben ise Mevlâyı tercih ettim İslâma girdiğimde beni iki amel karşıladı; dünya ameli ve âhiret ameli. Ben dâimâ âhiret amelini tercih ettim [29]
Ebûbekir radıyallahu anh dünyayı âhiretin tarlası olarak görür ve:
Yâ İlâhî, dünyayı bana genişlet ve beni ona karşı zâhid kıl! diye duâ ederdi. Yani bana önce dünyayı ver, sonra onun âfetlerinden korunmak için sevgisini gönlümden al ve ben kendi irâde ve arzumla fakr içinde olayım, demek isterdi.[30]
Halîfeliğinden önce de sonra da aslâ dünyaya meyletmedi. Tıpkı Resûlullah gibi, bütün arzusu; âhiret yolculuğunu, ilâhî vuslat iştiyâkı içinde ve dünya sıkletlerinden âzâde bir gönül huzûruyla tamamlamaktı. Bu sebepledir ki vefâtına yakın, büyük bir istiğnâ hâli içinde, kendisine âit bir arazinin satılıp halîfeliği müddetince zarûreten aldığı maaşların devlet hazinesine geri ödenmesini vasiyet etti.[31]
Ölüm döşeğindeyken de kızı Hazret-i Ayşeye, sütünü içtikleri deveyi, içinde elbise boyadığı kabı ve giydiği kadife elbiseyi vefâtından sonra Hazret-i Ömere teslim etmesini vasiyet etti. Gerekçe olarak da bunlardan, müslümanların işleriyle meşgul olurken istifâde ettiğini söyledi. Âişe vâlidemiz de babasının vefâtından sonra, bunları yeni halîfe Hazret-i Ömere teslim etti. Bu eşyâları teslim alan Hazret-i Ömer:
Ebûbekir! Allâhın rahmeti senin üzerine olsun! Senden sonra gelenleri çok müşkül durumda bıraktın! dedi.[32]
Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh şu samimî niyazda bulunurdu:
Allâhım! Ömrümün en hayırlı devresi sonu, amellerimin en hayırlı kısmı neticeleri, günlerimin en hayırlısı da Sana kavuştuğum gün olsun.[33]
[h=2]HZ. EBUBEKİRİN VEFATI[/h] İbn-i Ömer Hazretlerinin rivâyetine göre Hazret-i Ebûbekirin radıyallahu anh vefâtına sebep olan şey, onun Resûlullah Efendimizin vefâtından duyduğu derin üzüntüdür. Hakîkaten o, Fahr-i Kâinât Efendimizin vefâtına o kadar üzülmüştü ki, mübârek vücudu eriye eriye iyice zayıfladı ve nihâyet vefât etti.[34]
Hazret-i Ayşe şöyle anlatır:
Vefât ettiği hastalığı esnâsında babam Ebûbekirin yanına girdim. Bana:
«−Peygamber Efendimizi kaç parça bez ile kefenlediniz?» diye sordu.
«−Gömlek ile başlık olmaksızın, üç parça beyaz pamuk bez ile kefenledik.» dedim.
«−Nebî r hangi gün vefât etmişti?»
«−Pazartesi.»
«−Bugün günlerden ne?»
«−Pazartesi.»
«−Benim vefâtımın da şu an ile gece arasında olmasını ümid ediyorum!» dedi. (Akabinde
[«Eğer bu gece ölürsem beni yarına bekletmeyiniz! Zira benim için gün ve gecelerin en sevimlisi, Resûlullaha en yakın olanıdır!» dedi. (Ahmed, I, 8)]
Sonra Hazret-i Ebûbekir, hastayken giymiş olduğu üzerindeki elbiseye baktı, elbisede biraz zâferân lekesi vardı:
«−Bu elbisemi yıkayın, iki elbise daha ilâve edin ve beni bunlarla kefenleyin!» dedi. Ben:
«−Babacığım, bu elbise eski!» dedim. Ebûbekir radıyallahu anh:
«−Diri, yeni elbise giymeye ölüden daha lâyıktır. Ölünün giydiği kefen ise kan ve irinle kirlenecektir.» dedi.
[h=2]HZ. EBUBEKİRİN MEZARI NEREDEDİR?[/h] Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anh, salı akşamı (pazartesiyi salıya bağlayan akşam) vefât etti ve sabah olmadan defnedildi. (Buhârî, Cenâiz, 94)
2 sene 3 ay 10 günden beri hasretini çektiği Fahr-i Kâinât Efendimizin vuslatına nâil oldu. Allah ondan râzı olsun.
Resûlullah Efendimiz gibi 63 yaşında vefât etmişti. O gün tarih 22 Cemâziyelâhir 13 (23 Ağustos 634) idi.
Not: Hz. Ebubekirin kabri şerifi Ravza-i Mutahharada Peygamber Efendimiz ile Hz. Ömerin kabrinin arasında bulunmaktadır.
[h=2]HZ. EBUBEKİRİN SON SÖZLERİ[/h] Son sözleri şu âyet-i kerîmedeki niyâz olmuştu:
(Allâhım!) Canımı Müslüman olarak al ve beni sâlihler zümresine ilhâk eyle! (Yûsuf, 101)[35]
[h=2]HZ. EBUBEKİRİN HİKMETLİ SÖZLERİ[/h]
- Allah rızâsı murâd edilmeyen sözde;
Cehâleti hilmine gâlip gelen kimsede;
Allah için yapacağı bir işte, ayıplayanın ayıplamasından korkan kimsede hayır yoktur.[36]
- Allah ile mahlûkâtından hiçbiri arasında bir nesep bağı yoktur. Hayırlara nâil olmak, kötülüklerden korunmak (ve Allâha yakınlık), ancak Ona itaat ve emirlerine tâbî olmakla mümkündür.[37]
- Şunu iyi bil ki Cenâb-ı Hakkın gündüz yapılmasını istediği bir amel vardır, onu gece kabûl etmez; gece yapılmasını istediği bir amel vardır, onu da gündüz kabûl etmez![38]
- Allah, kulunun amelsiz sözünden râzı olmaz.
- Çok söz, kişiyi unutkan yapar.
- Ne söylediğini, ne zaman söylediğini ve kime söylediğini iyi düşün!
- Allah dostları (mizaçlarına göre) üç sınıftırlar. Her üç sınıf da, üçer alâmetle bilinir:
- Dâimâ mütevâzıdırlar.
- Hayır-hasenatları ne kadar çok olsa da onu az görürler.
- En küçük hatâlarını bile büyük görürler.
- Her hâl ve hareketlerinde insanlara fazîlet ve güzellikler sergileyerek örnek olurlar.
- Mallarını Hak yolunda sarf ederek insanların en cömertlerinden olurlar.
- Allâhın kullarına karşı dâimâ hüsn-i zan içindedirler.
- Sevdikleri şeyleri (Allah için) infâk ederler.
- Her hâl ve hareketlerinde Allah rızâsını hedefler, bu yüzden câhillerin kınamalarına aldırmaz, onların kaba davranışlarından rahatsız olmazlar.
- Nefislerine ağır gelen şeyleri nefislerinin muhâlefetine rağmen îfâya çalışırlar; bütün hâl ve hareketlerinde Allâhın emir ve nehiylerine itaat ederler.[39]
- Hakkı tanıyan âriflerin kölesi ol!
- Sana yol göstermek isteyenden hâlini gizleme! Aksi takdirde kendini aldatırsın.
- Kendini ıslah et ki insanlar da sana karşı iyi davransınlar.
- Dört kimse Allâhın sâlih kullarındandır:
- Tevbe eden kişiyi gördüğü zaman sevinen,
- Günahkârların affı için Rabbine yalvaran,
- Din kardeşine gıyâbında duâ eden,
- Kendinden muhtaç kişiye yardım ve hizmette bulunan.
- Îman sadece câmilerde (olur da hayatın bütün safhalarına aksettirilmezse), mal cimrilerde, silâh korkaklarda, yetki zayıflarda olursa işler bozulur.
- Akıllı kimse, takvâ sahibi olan; akılsız da zâlim olandır.
- Allah Teâlâ Kurân-ı Kerîmde vereceğini vaad ettiği mükâfâtı azap ile birlikte zikretti ki bu vesîleyle kul ibadete rağbet etsin ve azaptan korksun.
- Bir hayrı kaçırırsan onu yakalamaya çalış, elde edince de onu geçmeye bak, daha güzelini yapmaya gayret et!
- İnsanlara iyilik etmek, kişiyi âfetlerden ve belâlardan muhâfaza eder.
- Komşunla kavga etme, herkes gider o kalır.[40]
- Şöhretten kaç ki şeref seni takip etsin. Ölüme karşı hazırlıklı ol ki sana hayat verilsin.
- Hiçbir belâ yoktur ki ondan daha kötüsü olmasın.
- Sabırda zarar; hüzün ve telâşta fayda yoktur.
- Sabır îmânın yarısı, yakîn (şüpheden uzak, kuvvetli bir itminan hâli) ise tamamıdır.
- Allahtan âfiyet isteyiniz. Hiç kimseye yakînden sonra âfiyetten daha fazîletli bir şey verilmemiştir.
- Bana göre âfiyette olup şükretmek, (bir musîbetle) imtihan edilip sabretmekten daha makbûldür.
- Dünya müminlerin pazarı; gece ile gündüz sermâyeleri; güzel ameller ticaret malları; cennet kazançları; cehennem de zararlarıdır.
- Hazret-i Sıddîk bir kimse kendisini medhedince şöyle derdi:
- Kul, dünya nîmetlerinden bir şey sebebiyle kibirlendiğinde Allah Teâlâ, o nîmet kulundan gidinceye kadar ona buğzeder.[42]
- Övünmekten sakının! Topraktan yaratılan, yine toprağa dönecek ve kurtlar tarafından yenilecek olan insanın övünmek neyine! O, bugün canlı, yarın ölüdür.[43]
- Ebûbekir bir hutbesinde de şöyle buyurmuştur:
- Allâhın, sizden önce gelip geçen kullarının hâlini tefekkür edin! Dün nerede idiler, bugün neredeler?[45]